Y\u00c2RE
Elleri, ağaran şakaklarının gölgesinde düşünceli, huzursuz, hüzünlü bir gecenin ağrısını yudumluyor zaman. Hem karlara ayak izlerini taşıyan bir serçenin belli belirsiz lakin her durumda dimağlara iz bırakan görüntüsü kadar latif, hem de hoyrat bir savaş fırtınası kadar acımasız nice zulüm ağırlıyor. İşgal altında kalmış güllerden kül devşiriyor. Elem topraklarından topladığı acıları, aleme gönderilmiş en şerefli varlıkla, insanla paylaşmak istiyor.
"Biz" diyorum; bolluk ve konforun eşiğine yüzümüzü sürmeden, böyle miydik? Böyle, derine inemeyen bir hüzünle mi sarmaya çalışırdık kardeşimizin yarasını? Yolları ağrıdan geçen sevdaları böyle hızlı mı adımlardık? Üzüntülerimizin değil de kavgalarımızın ruhumuza bıraktığı çizikler derin. Fikrin ve kalıplaşmış inançların önyargısı öylesine kuvvetli ki, lütfa ama, yanlışa fazla tahammülsüz. O kadar çok dillendirdik, öylesine yoğunlaştırdık ki bakışlarımızı kötüye, iyi ve güzel olan, doğru yapılan hiçbir şeye artık odaklanamayacak bir neslin temellerini attığımızın farkına varamadık. Sözün varlığı o kadar hükümran oldu ki hayatın her alanına, bizi öze inmekten alıkoydu. Layıkıyla hüzünlenmemiz ve istifade etmemiz gereken zamanların hikmetini saklayamaz olduk gönül kuyumuzda. Saklayıp da vakti gelince ruhumuzun sarayında ağırlayamaz, konuklarımızla buluşturamaz olduk.
Yoktu ama çoktu sankiu2026 Belki de çok çocuktuk, büyüdük şimdi. Büyürken azaldık, kısırlaştık, inceliğimizi yitirdiku2026 "Böyle mi oldu" diye düşünüyorum fakat o dem eskilerin hassasiyet ölçüleri düşüyor gözlerimin önüne. Olur olmaz yaşaran gözleri, sıklıkla semaya açılan güvercin elleri, acının yüzlerinden okunan tarihçesi. Acımak yaşamın her tarafına; el işlerine, oyma sandıklara, kokusu baharı andıran ev temizliklerine nakşedilir, merhameti anlatırdı. Bembeyaz örtülerin, takkelerin altına sanki tomarla asalet saklanırdı. Ayrılsak da aynı odaların ayrı köşelerinde uyuyakalarak ayrılırdık birbirimizden, duvarlar örülmemişti aramıza.
Yine de umut; özleyebiliyoruz halau2026 Dışarıya ve çocuklarımıza karşı sıklıkla kullanmaktan kaçınsak da, "bizim çocukluğumuzda" ile başlayan cümleler kuruyoruz içimize. Neden peki? Hasretini duyduğumuz, bir yokluktan ibaret olduğu için mi? Başımız ileriye doğru bakacak şekilde yaratılmışken kalbimizin geçmiş yollarda, yıllarda eskimesi neden?
Yadırgamak değil, yargılamak değil gizli adı kaygı olan duygularımın hülasası. Üstelik seni mazur da görmekteyim kardeşim! Düşünmeye fırsat verilmediği, öyle hızlı yer ve yön değiştirdiği, başını döndürdüğü, yolundan döndürecek her şeyi önüne koyduğu, gönlünü bulandırdığı için masum olmasan da sen mazursun. Etraf öylesine gürültülü ki, mütemadiyen "ol" emri verircesine düğmelere basmakla yetinen ellerinin çalışma ve yardımlaşma iştiyakını duymadığın değil de duyamadığın için mazursun. Kan ve gözyaşı üzerinde durakalan gözlerinin hizasına tozpembe hülyalar, hayal kokan dünyalar bırakıldığı için mazursun. Her şey, çile yolculuğuna çıkmak üzere besmele çeken ayaklarını yoldan kesmeye dizayn edildiği için mazursun. Tüm olanlar seni, günah hanenin dolmasından ve hakikate yüz çevirdiğin gerçeğinden ırak kılmasa da, nefsinle imtihanını devreye sokman gerektiği nedametini yaşatacak olsa da bana oranla mazursun sen.
Lakin ben değilim!
Gördüğüm, fark ettiğim, değişimin acı tecrübesini en derinimde hissettiğim halde cazibesine kapılıp kendimle ve seninle hasbihalden uzaklaştığım için değilim.
Selam ile
Nuray Alper