Yorgun idealist ve aktivist sayıklamaları
Uzun boylu bir sonbahar geziniyor İstanbul'da. Sonsuzluğa heveskâr.
Bildiri dağıtır gibi saçtığı sarı, hatta kırmızı
yapraklarda ne yazıyor diye bir baktım bugün:
"Bahar da olsa son. Son da olsa bahar."
Sonluluktan hiç korkmadık bu yüzden. Ayıp ettik. Ne
özgüvendi ama…
Ayrılık ya da ölümde bile “Acımadı ki, acımadı ki…” deyip
avlunun bir köşesinde içine ağlayan çocuklar gibi kaldık dünyada. Son dediğimiz
şey sonsuzluğa tahliye idiyse neden üzülelimdi ki?
De mi?
Ölmedikçe yaşamaya bakalım.
Ruhsal ölümlerimiz; en çok toplumsal kederler, dünya
neden hep kötüye gidiyorlar, neden olgunlaşamıyoruzlar, gelişmişlik sanılan
yozlaşmışlıklara hayıflanmalarla her an gerçekleşip duruyorken aha bu bedeni,
bu eti- kemiği, bu canı, bu posayı nereye koyacak, ne ile avutacağız ya?
Ölmedikçe, yaşamaya bakalım.
Mesela ne mi yapıyorum yaşamaya bakmak başlığı
altında?
Onca saha çilesi, düşünmek, okumak, söyleşmek, yazmak
çizmek dışında, her kış başlangıcında yaşam kırığı minik serçeler, zarif komşu güvercinler,
misafir, gelgeç sığırcıklar, ehli keyif, cazgır papağanlar ve tabii ki martılar
için geleneksel teras restoranı açıyorum. Karakuyruk ile Uksi adında iki pispas(kedi)
güvenlik personelimizin gözetiminde yemek servislerimizi sunuyorum. Kuşlar ve
kediler arasından akan bakışmalarda; açlık uçup geliyor, aç gözlülük ise
kendini eğitiyor. Pispas Karakuyruk kuşlara abilik, Uksi ise ablalık yapıyor.
Bu onların doğalarını bozmak filan değil. Yahu epeydir
betonarmeyiz, epeydir balkonuz kabul edelim. Çimento da doğamıza dahil artık.
Kediler bile “mevcut şartlar” a göre parlatıyor tüylerini… Onlar da kuşlarla birlikte
yaşamanın tek yolunun birbirlerini yemekten, tüketmekten geçmediğini öğrenmiş
oluyorlar. “Ben bu sizin sakatatınızdan yapılmış mamayı yiyeyim, seni yemek
yerine, sen de bana bir özgürlük şarkısı söyle. Kanatlarını sallayarak göğe
karış, sonsuzluğa dahil ol… Seni tüketseydim bunların hiçbirini göremeyecektim
diyebilmek bir pispas(kedi) için kolay bir mertebe olmasa gerek…
Hayvan doğmak var, bir de hayvan olmak hayvan kalmak
var…
Tıpkı insan doğmakla insan olmak ve kalmak arasındaki
fark gibi…
Evvelsi gün ne solcu ne solmayıcı, ya da solmuş bir
solcu arkadaşımıza “Nasılsın?” diye sorduğumda acilen verdiği “Türkiye gibiyim”
cevabına gülümseyişimi görseydiniz. Elbette o çok kötü olduğunu, berbat ötesi
olduğunu kastetmiş idi. Nedense kimliğinin güzel yanlarını keşfedememiş, duruş
bozukluğu yaşayanların pencereleri hep ve tek olumsuzluğa açılıyor. Kötüyüz,
berbatız demeye bayılıyorlar. Yaşam tarzları şikâyet ve depresyon üzerine
kuruludur. Sanırsınız kanepeye devrilmiş halde belli siyasi çalkantılar ve
kırgınlıkları değişmez çocukluk travmaları gibi tekrar eder dururlar. Ha her şey
güllük gülistanlıkmış gibi bencil konforlarını göstere göstere şükürcülük
yaparak şımaranlar ayrı, apayrı bir dert. Neyse işte o “Türkiye gibiyim”
deyince ben de hemen “E o zaman fena değilsiniz!” deyivermiş bulundum. Ve hemen
ekledim. “Ama siz Tükiye’nin çok-çok-çok kötü bir dönem geçiriyor, hatta geç-ire-miyor
olduğuna inandığınız için çok kötüyüm demek istiyor olabilirsiniz.” Yine
ekledim. “Biz kamusal alanda bacaklarımız kırıldığında, eğitim, etkinlik,
çalışma haklarımızdan engellendiğimizde, resmi zulümlerin ardı arkası bitmezken
bile Türkiye için çok kötü demeyenlerdeniz.” Nerede nefes alma özgürlüğü,
nerede hakaret etme özgürlüğü… Kıyaslarken bile gülünç diye eklesemiydim ki…
Ekonomimiz zorlanıyor, fakat bu zorlanmanın aç gözlü
devlet değil, aç gözlü sermaye sahiplerinin marifeti olduğunu, halkın
hırsızının yine piramidin tepesinden aşağıya kaykay yapan azınlığın azgınlık
yapıyor olduğunu da fark ediyoruz.
Şu kişisel teras restoranda bile martılar gelirken
güvercinler titreyerek havalanıyor. Hayvanlar arası adalet zor. Yoksa insan hiç
müdahale etmese daha mı kolay tesis edilir, bilmiyorum.
Bir şey bilmiyorum. Bildiğim tek şey yaşamaya bakmalı…
Ne zamana kadar? Ölünceye kadar.
Küçük ölçekte, sınırları belli alanda, şimdi’de, anda
olmak, an yakalamaca, an enselemece oynamak güzel. Dünya artık kendini
kurtarsın. Herkes bir zahmet kendinin
mesihi oluversin. Kendi hayatının filozofu olsun. Başını ellerinin arasına
almadan da düşünsün. Kimse kendinden başka mesih beklemesin. Kimse kendini daha
fazla bekletmesin madem.