Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.78
Gram Altın
2964.67
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Şubat 2013

Yönetme sanatı

Dün hiç sevmediğim şehirlerin başında gelen Ankara'daydım. Yükseklerde bulunan kişilerle bir dizi görüşmeler yaptık. Yaptığımız görüşmelerde konuşulanlar gazetelerinde vatandaşlarında gündemindeki konulardı. Ancak Ankara üslubunun hakim olduğu bir tarzda yapıldı bu görüşmeler. Görüşmelerden çıkardığım sonuç bu ülkenin Ankara'dan yönetilmeyecek kadar büyük olduğudur. Devletin Ankara'ya sıkıştırılması büyük talihsizlik. İstanbul'daki çok seslilik, üretme sevdası, yetmeyen zaman yerine daha dingin bir hayat var Ankara'da. Bir kez daha anladım ki yaşanılan şehir hayat tarzınız oluyor ve tüm hayatınıza da o şehir yön veriyor.

Eğer Türkiye İstanbul'dan yönetilseydi ne olurdu? Alınan kararlar, olaylara verilen tepkiler, çıkartılan kanunların çok daha farklı olacağı kesin. Dünyanın belki de en hareketli şehirlerinden bir tanesi olan İstanbul'dan bakıldığında görülen ile Ankara'dan bakıldığında görülenin daha farklı olduğunu bu ziyarette daha iyi anladım. Aynı şeyleri söylerken bile Ankara ile İstanbul bakışının farkını görebiliyorsunuz.

Konuşulan konular özellikle uzun tutukluluk ve adli yargıda verilen kararlar üzerine yoğunlaşıyor. Hükümetin bu konuda ciddi rahatsızlıklarının olduğu belli. Ancak onların reçeteleri ile İstanbul'dan bakan bizlerin reçeteleri çok farklı. Ankara'da bir konuda sorun olduğundan bahsetmek veya bu konuda harekete geçmek için mutlak olarak tepelerden bir yerlerden bu konuda onay bekleniyor veya bu konunun oralarda dillendirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde kimse harekete geçmiyor veya geçemiyor. Bu olsa olsa Ankara hastalığı olur. Aynı durumun İstanbul'da olma durumu olur mu diye düşünüyorum. Bu kadar kesin bir şekilde olabileceğine ihtimal vermiyorum ya da vermek istemiyorum. Eğer devlet denilen idari sistem gittiği her yerde bu hastalığı yayacaksa İstanbul'a gelmemesi bu ülke için daha hayırlı olacaktır.

Uzun tutukluluk ve adli mahkemelerce verilen kararlar konusunda ki rahatsızlıklar ne yazık ki oralara da gündemin en önemli konuları olan Balyoz ve Ergenekon davaları ile birlikte taşınmış. Oysa bizler yargılamaları gören, yaşayan kişiler olarak tüm yargılamalarda ciddi sıkıntılar olduğunu adaletin "mış, miş" gibi algılanarak yapıldığını usuli kuralların sanık lehine kullanılmadığını adaletin tesis edilemediğini sürekli dile getiriyoruz. Geçmişten gelen sıkıntıların devam ettiğini yargılamanın sadece hızdan ibaret olmadığını, yargıya güvenin tesis edilememesinden sürekli aflar çıkmasından mahkemelerde konuşmayan, konuşamayan kişilerin haklarını aramak için en son merciye kadar müracaatlarına devam ettiklerini bundan dolayı da yargının yükünün hafifletilemediğini her geçen gün de açılan dava sayısının arttığını yazıyor veya söylüyoruz. Ankara bunları görmezden geliyor. Pansuman tedbirler üretiyor. Bunlar netice vermediğinde biz kanun çıkardık uygulanmıyor diyerek sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor.

İdari yapının reel şartlara çekilmesi ve verimli çalışmalar yürütmesi için mümkün olan tüm devlet birimlerinin Ankara dışına taşınması civar illere dağıtılması gerekliliğinin şart olduğunu düşünüyorum. Geçmişten beri süre gelen sadece kendi ikballeri için çalışan kişiler yerine, işine odaklanacak, verimliliği üst seviyede olan kişiler üretecek bir sistem ile devlet içindeki verimliliği artırmak gerekiyor. Bunun içinde Ankara'nın her noktasına sinmiş olan bu sistemi en azından bazı birimleri başka illere kaydırarak hem o şehirlere can vermek, o birimleri de o illerin hareketliliğinin içine alarak dünyanın sadece Ankara ve o sistemin başındaki kişiden ibaret olmadığını çalışanlara hissettirmek gerekiyor. Ankara'da oluşturulmuş mevcut yönetsel yapı ancak Türkiye'nin mevcudunu korumaya yeter. Kendi vatandaşına bile uzak bu sistemin dünyaya dair sözleri ise sadece Ankara'da kalır. Değişim Ankara'dan başlamak zorundadır.