Yollar ve Duvarlar
Yollar, eski yollarımız. Kesrete ve karmaşaya karşı direnen yollardı. Onlarla bütünleşirdi eski duvarlar. Tarihte kaybolan sevdamız, yollar ve duvarlarda gizlidir. Kalbimiz, yeni yollara gebe değilse yeni duvarlar inşa edemeyiz. Yolda inci gibi dizilmiş ağaçlar hep duvarlara yaslanmışlar. Onların ahını çekiyor duvarlar. Peki, duvarların ahını kim çekecek?
Yollar ki uzar bir sonsuzluğa doğru, duvarlar da karşımızda bir gerçek. Her bakıştaki gerçekliğimiz. Çocukluğumuzun yansıması bu duvarlarda gölgelenir. Yolda yorgun düşen gariplerin sırtını dayadığı duvarları özlüyorum. Tıpkı şair dostumuz Faruk Uysal’ın özlemi gibi. İklimler şiirinde derdimize şöyle tercüman oluyor şair:
Bense yürüyorum
Bir ağır gece hep yürüyorum
Tıraşları fazlaca uzamış arkadaşlarla
Bir yağmur yaşar gibi
Yaşamı aklayan düşlerimce
Sokaklara atılıyorum acemice
Adımı yazıyorum duvarlara
Adımızı yazıyoruz
Hep birlikte yazıyoruz
(Faruk Uysal Beyaz Yürüyüş s.21)
Şimdi hepimiz acemi âşıklar gibi duvarlara adımızı yazıyoruz. Kahredesice değil utangaçla. Özlemek istiyoruz ama yıkık gönüllere söz geçiremiyoruz. Gönüller ki yıkıldığında duvarlar da yıkılır.
Ah yollar ki çekilen dertlerin sesi, duvarlar ise türkü... Yollarda yürürken Leyla’yı gördüm, duvarda ise Neşet Ertaş’ı. Elinde sazı ile gülümsüyordu. Ah o duvar badanacıları ne yaptınız siz? Neden sildiniz gönlümde ve duvarda kalan anıyı. Bu dünyadan yorulup gitmesinin ardından altı yıl geçti. Bari duvarda kalaydı hatırası.
Sensiz usta…
Onarılmaz duvarlar şimdi yollarda. Yollar bizi götürür yıkık duvarlara. Gönlü yıkık Leyla da şimdi orada. Hiçlik, terk edilmişlik ve yalnızlık. Hep Leyla mı Mecnun’u terk edecek. Şimdi terk edilen Leyla. Terk edilen eski aşklarımız. Yürümeye devam etsek de nafile. Çünkü usta yoruldu, biz yorulduk.
Sensiz usta…
Yollarda ne leyl ne de leylî var. Duvarlarda ise zamana ve mekâna karşı bir meydan okuması var.