Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Şubat 2022

Yolcunun söylediği

Peyami Safa’nın 20. Asır Avrupa ve Biz’inden okumuştum. Meşhur fizikçi Ostwald sormuş: “Bir sopa yerseniz ne duyarsınız, sopayı mı yoksa enerjisini mi?” Duyuların kaba ve üstünkörü delâletinden başka hiçbir idrak vasıtasına itibar etmeyen maddecinin cevabı şu olur: “Sopayı.” Oysa bu sopayı herhangi bir insanın derisine bir öpücük gibi usulca dokundurursanız onun bir pamuktan farkı olmaz. Can yakan sopa değil, enerjidir (s. 31).

Bugün pek çok biyoenerji uzmanının, kişisel gelişimcinin, yaşam koçunun ciltlerle anlatmaya çalıştığını Peyami Safa’nın seneler önce gündeme getirmesinden çok etkilenmiş, Ostwald’ın dikkat çektiği irtibatlandırmayı ruh ve beden üzerinde okumaya çalışmıştım. Allah’ın kudretiyle eşyaya ruh üflüyor insan… Dolayısıyla onun ayağının yürüdüğü menzil, yüzünün aldığı şekil, sesinin tınısı, yükselişi, düşüşü ruhun tecessümleri… Aslında her surette gördüğümüz de hep ruhun izleri. Bu sebeple yüzün, ruhun aynası olduğu kanaatini taşımamız. Hilmi Ziya Ülken de Aşk Ahlakı adlı eserinin girizgâhında ruhu bir kimlik gibi düşünürdü:

Madem ki ruh bir gerçektir, öyle ise onu eşyayı görür gibi görmek lazımdır. Madem ki hakikat birliktedir ve ruh birliği tamamlayan bir aynadır, o halde ruh en görünen, en açık olan hakikattir. Ruhu eşya gibi hakikat olarak görmek; bilinmeze ve sırlara asla kapılmamak, daima aydınlığa, açıklığa doğru gitmektir. (XXXVI).”

Hilmi Ziya’nın ruhta müphemliği reddeden anlayışını tartışmaya açık görmekle birlikte (çünkü peygamberlere bile ruhtan haber verilmemiş ve bu mesele gizlendiği için ruh, insanın üzerinde en çok düşünüp çalıştığı alanlardan biri hâline gelmiş) onun, “birliği tamamlayan ayna” ifadesini oldukça anlamlı bulmaktayım.

Bu tefekkür beni “ölürse ten ölür, canlar ölesi değil”, “ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” gibi derinliğini idrakten aciz kaldığımız, belki sadece terennüm ettiğimiz nice mısraa götürüyor daima. Yunus Emre’nin özünde hissettiğini söyleyiş güzelliğine…

Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar vefat haberi duyduğumu hatırlamıyorum. Salgından vefat eden akrabalarım, vaktiyle aynı meclislerde bulunduğum ve birbirinden değerli metinlerini okuduğum edebiyatçı dostlarım, tanıdıklarım, tanışmayı murat ettiklerim, uzak yakınlarım, ruh akrabalığı yaşadıklarım… Gidenlerin bize söylediklerinden çok söyleyemediklerini bıraktığını düşünüyorum nedense. Bedene geçirilen kefen misali üzeri ince bir sükût ile örtülmüş çok yarım kalmışlık olduğunu düşünüyorum o can yakan suskularda. Bazen, çok uzağında olsak da ibretamiz hikâyelerin içinde belli belirsiz bir parmak izi gibi durduğumuzu hissediyorum. Eğer insanlık bir bedense bu hissiyatımda haksız da değilim.

Gidenlerin, hikâyelerini de alıp gittiklerini zannederiz ancak ruh gitmemiştir, azat olmuştur sadece ve ötelere uzanırken ardında kalanlarla konuşmaya devam edecek dereceye varmıştır özgürlüğü onun. Bu hakikatin en büyük delili hatıraların insana mütemadi seslenişi ile rüyalardadır. Gezgin ruhlar beden kafesinde mahfuz kalmışlara hikâyelerini yeniden gözden geçirmelerini tembihler. Orada vaktiyle okunmadan, dokunulmadan geçilmiş, bu sebeple hep aynı ısrarda kilitlenmiş, hâlbuki tekâmül talep etmiş bir şey vardır. Orada duysak bile dinleyemediklerimiz, görsek bile büyük tablodaki yerlerini tayin edemediklerimiz vardır. İspat isteyen iddialarımızın bozguna uğrayan çehreleri… Henüz vakit varken dehlizlerimize inmek ve görmek dileğiyle…

Bu vesile ile bir süredir bilinci kapalı şekilde yoğun bakım ünitesinde yatmakta olan babasını ebedî diyarına yolcu eden Türkiye Dil Edebiyat Derneği Erzurum Şube Başkanı ve Yeni Dünya Vakfı Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ertaş’a ve şahsında tüm aile üyelerine sabır ve başsağlığı dileklerimizi sunmuş olalım.

Selam ile.