Yolculuktaki Güzellikler!
Her yolculuk bir nevi ayrılıktır. İlk ayrılık anne rahminden dünyaya gelirken hissedilir. O sıcak ve kirsiz dünyadan soğuk ve kirli dünyaya uğrarken yaşanır. Bu durum da ağlamakla dile getirilir. Anne kucağı bir nebze de olsa bunun acısını azaltır. Beden büyür ama bu ıstırap hiç azalmaz. Ömür sermayesi böylece tükenip durur.
Okul denen sıkıntılı bir yuvanın garip bir yolcusu olma gerçeği yeni bir ayrılık vaktidir. Gurbet içinde gurbeti yaşamanın çilesidir. Anneden ve çocukluğunu oluşturan olan her şeyden uzak kalmak demektir. Hele bir de okul yoksa bulunduğunuz yerde. Değmeyin bu ayrılık acısının çilesine.
Okuldan her eve geliş bu ayrılığın bitişinin habercisi gibi gelir insana. Gurbette iken yaşadıklarını hissetirmek istemese de belli olur halinden. Süzülmüştür gözlerimiz ve hüzünlüdür yüreğimiz. Muhtacız ayrı kaldığımız her şeye. Ama bunu hissettirmemeliyiz. Çünkü yine gurbete gideceğiz.
Gurbet hakiki sevgiliden uzaklığı ile firkate dönüşen bir ayrılık neticesidir. Bunu hissetmenin yoludur ruhun derece-i hayatına çıkmış olmak.
Yolculuklar bazen ince mizahın alanı olurlar. Güldükçe insan olduğumuzu hissederiz. Bizi güldürenleri ömür boyu hatırlayıveririz. Ülkemizin dört bir yanından ve farklı vasıtalarla yapılan yolculuklar bu mizahın örnekleriyle doludur.
Mesela Üniversitede genç bir hocasınız. Diyarbakır’dan gidiyorsunuz İstanbul’a. Yanınızda var bir yaşlı amca. Ve arkanızda da Türkçeyi bilmeyen kendi aralarında Kürtçe konuşan hostese de güzel bir ingilizce ile mukabelede bulunanlar var. Kürtçe ve İngilizceyi bu kadar güzel konuşan üniversitede dahi etrafınızda olmadığına göre şehirde hiç yoktur diyorsunuz. Ve dahi bunların kim olduğunu merak ediyorsunuz. Sonra konuşma aralarında geçen ifadelerden onların Kuzey ıraklı olduğunu anlıyorsunuz. O aralar siz de oraya gitme arafesindesiniz. Hiç bu fırsatı kaçırmak ister misiniz. Orayla ilgili meraklandığınız konuları fırsat bu fırsat hemen sormak istiyorsunuz. Lakin mustaripsiniz kendi halinizden. Ecnebi dilini anadili gibi konuştuğunuz halde yaşadığınız ve oralı olduğunuzu söylediğiniz halkın günlük konuşma dilini bilmiyorsunuz. Ve yanınızda oturan amcaya sıkıla sıkıla soruyorsunuz.
-Hayırlı yolculuklar amca.
-Sana da herli yolculuklar oğlim.
-Amca sana bir kaç şey söylesem bu arkamızdakilere tercüme edebilir misin?
-Niye oğlim sen nerelisin?
-Diyarbakırlıyım
-Yok değilsin.
-Vallahi Diyarbakırlıyım. Bak işte bu da nüfüz cüzdanım.
-Yok yok sen Diyarbekirli değilsen.
Peki sen ne iş yapisen?
-Üniversitede hocayım.
-Üniversitede hoce?
-Evet Hukuk fakültesinde hocayım.
-Peki o zaman söyle bakayim. Anayasamızda kaç madde var.
-Bilmiyorum vallahi.
-Ulan oğlim! Diyarbekirliyem diyisen Kürtçe konuşmasını bilmisen.
Hukuk fakültesinde hocayam diyisen anayasanın daha kaç madde olduğunu bilmisen. O zaman ben de seninle konişmiyem.
Hakikaten amca sizinle konuşmaz siz de yolculuktaki bu ibret-amiz ironiyi yaşam boyu hatırlarsınız.
Yine bir yolculuk esnasındasınız. Bu defa otobüsle yolculuk yapmaktasınız. Çarnaçar yanınıza birisi oturacaktır. Hem kokusuna hem de konuşmasına tahammül edemezseniz bu yolculuk size azap olacaktır. Uçak yolculuğunda her türlü nazı çekecek bir zaman kısalığına sahipken otobüsteki uzun yolculukta böyle bir şansa sahip değilsiniz. Bir mechule gitmiyorsunuz belki ama yanınıza oturacak kişi mechulünüz. Oturdunuz koltuğunuza. Temiz yüzlü, güzel kokulu ve kıravatlı birisini beklerken ki beklediğiniz geldi hem de ümidinizin fevkinde olarak. İlk aşamada çok şanslısınız. Hemen selamlaşmalar ve tanışmalar başlar otobüs hareket eder etmez.
-İyi yolculuklar.
-Size de efendim iyi yolculuklar.
Galiba aynı yere gidiyoruz.
-Evet evet. Ben de Erzurum’a cidirem.
-Ne işle meşgulsünüz.
-Esnafım. Peçi siz?
-Üniversitede hocayım.
-Ne cüzel efendim ne cüzel.
-Yolumuz uzun. İnşallah fazla yorulmassınız.
-Emi efendim yol uzun. Lakin özüm çok dinlemeyi sevirem. Sizi bir yerden de tanirem. Bizim memleketli değilsiniz herhalde.
-Hayır değilim.
-O zaman peci eskerliği nerede yaptınız?
-Sivas’ta.
-Hımmmmm.
-Yahu askerlik dediniz de anlatacak ne çok şey birikir orada.
-Öyle efendi. Benim de var. Ama pek anlatmasını beceremirem.
Derken komutanlar, yemekhaneler, yürüyüşler, askerlik talimatları ve daha neler de neler anlatıyorsunuz yolculuk boyunca ve karşınızdakine nefes aldırmayacasına. Bir defa demişti efendi dinlemesini sevirem diye. Ve saatlerce askerlik hatıranızı anlattıktan sonra bir nefeslik ara veriyorsunuz ve arkadaşınız da bunu fırsata çeviriyor.
-Efendi siz kaç sene eskerlik yaptınız?
-Tabi ki yirmisekiz gün.
-Yirmiseçiz gün!!!
-Evet ben paşa paşa yirmisekiz gün askerlik yaptım.
-Eyiki de benim çibi on seçiz ay yapmamışsınız. Şimdi bütün bu anlattıklarınızı yirmiseçiz günde mi yaşadınız!!! Allah Allah.
-Neyse geldik otogara. Haydi size iyi günler. Yolunuz düşerse üniversiteye beklerim.
-İnşallah efendi inşallah (içinizden de bir daha karşılaşmayızı kuvvetle tekrar edip duruyorsunuz)!
Yolculuklardaki bu latif haller gurbetin acısını biraz da olsa dindirir. Yolculuğun eleminden çok bu ironilerin sevinci aklınızda kalır.
Yine aklınıza Yahya Kemal’in Mehlika Sultan şiirindeki o meşhur mısralar gelir.
Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.