Dolar (USD)
34.15
Euro (EUR)
38.04
Gram Altın
2885.42
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Eylül 2024

​Yol Tahribatı

Avrupa düşüncesi, Doğu Avrupa’nın dışarıda bırakıldığı fakat ABD’nin dâhil edildiği bir coğrafi sınır içerisinde yer alan, ‘Avrupa’ tarafından geliştirilen değer ve normları ifade eder. Temelleri Yunan-Roma medeniyetine dayansa da Fransız felsefe profesörü Jacqueline Russ’a göre Avrupa düşüncesi, inanç/bilim/özgür düşünce çatışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Nihayet fenomenolojinin de kurucusu olan Alman filozof Edmund Husserl’in ifade ettiği gibi Avrupa düşüncesi,19. yüzyılda bir bunalım yaşamaya başlamış ve bu durumdan çıkmanın tek yolu olarak da aklın sınırsız işleyişi gösterilmiştir.

Dünya savaşı ve ardından yaşananların yol açtığı tahribat, Avrupalı düşünürleri de ezberlerini bozmaya zorlamıştır. Theador Adorno ve Max Horkheimer bu anlamda önemli çıkarımlar yaparak bir takım tezler öne sürmüşlerdir. Aklın, insanı yıkıma ve felakete götürdüğüne dikkat çeken bu düşünce ile nihayet 20.yüzyılda ciddi sorgulamalar yapılmış ve2. Dünya Savaşı ile bu sorgulamalar zirveye çıkmıştır.

20.yüzyılda ilk yarısında fizik, matematik ve doğa bilimleri alanında ciddi ilerlemeler kaydedilse de savaşların ortaya çıkardığı inanılmaz yıkım, bu ilerlemelerin aslında insanlığın daha müreffeh, huzurlu ve barış içinde yaşamasına olanak sağlamadığını dramatik sonuçlarıyla ispat etmiştir. Aklın insanı terbiye eden dini bir kenara bırakması, dinin temel dayanakları ile acımasızca eleştirilmesi, sekülerizmle birlikte yeni kurulan tapınağın tam tepesine aklın yerleştirilmesi, ‘insanın içindeki insan’ın yıkımını hızlandırmıştır.

Bu aşamadan sonra akıl, hesap soran, zorlamacı bir unsur olarak kendine yer edinmiştir. Akıl elde ettiği bu güçle(!) birlikte Batı’yı insanlaştıran Hristiyanlığın ve onun iktidarını yaratan doğru ya da yanlış tüm değerlerin içini boşaltarak kendini tek önder haline getirmiştir. Böylece akıl, tabiatı tahakküm ve ehlileştirmenin yanı sıra insanın insan üzerinde tahakküm kurmasına sebep olarak insanın felaketini hazırlayan yolda büyük mesafe kat etmiş; insandan başka hiçbir yaratılmışa bahşedilmeyen irade, ‘üstün’ Avrupa düşüncesi tarafından gölgede bırakılmıştır.

Aklın,insanı iyi bir sonuca götürecek kadar yetkin olmadığının zamanla ortaya çıkması, değer kaybetmesine neden olmuş; tarih, sanat, kültür bu allak bullak eden sonuçtan ciddi derecede etkilenmiştir. Aklın fiili gücü ve düzenleyici yetkinliği tüm bu olanları izah etse de Avrupa düşüncesi bu gerçeği kabullenmede oldukça zorlanmıştır. Böylece kendinden olmayanı tahakküm altına almak, kendisinin sahip olduğu bir takım değerleri diğer insanlara hak olarak görmemek ve kendini öteki üzerinden var etmek Batı’nın yeni hâkim paradigmaları olmuştur.

Avrupa düşüncesinin tekâmülünü anlatan bu uzun girizgâh, çağımızda yaşananların ve Batı’nın dünyanın geri kalanına nasıl baktığının daha iyi anlaşılabilmesi; insanın da yolun da nasıl tahrip edildiğinin anlaşılabilmesi için. İnsan hakları, devlet, demokrasi gibi Avrupa düşüncesinde sarsılmaz değerler bütünü olarak yer alan ve Yunan-Roma medeniyetlerinden beridir tekâmül eden paradigmalar, Siyonizm’e kurban edilmek pahasına yerle bir edilmektedir. Batı’nın gözünde ‘öteki’ olanlar, Batı’nın hâkim değerlerine layık olmayı hak etmemektedirler.

2. Dünya Savaşı’nda yaşanan yıkımın kat be kat fazlası Müslüman coğrafyasında yaşanırken Batı,tüm bunlara seyirci kalmak bir yana verdiği açık destekle kendi temel değerlerinin infilak edilmesine göz yummakta ve dahası maskesinin düşmesinden utanmamaktadır. Hülasa, kendini mümtaz bir konumda gören Avrupa düşüncesinin gelişimine ve dünyanın geldiği noktaya baktığımızda aklın değil gönül önderliğine ihtiyacımız olduğu anlaşılmaktadır.

Bu çıkarımı bir hedef haline getirip hazırlık yapmadan önce yaşanılan tahribatın insanlığı da yolu da tahrip ettiğini unutmamak gerekmektedir. Mevcut durum, insanlığı daha fena nereye götürür bilinmez fakat uçurumun kenarındaki yolculuğumuz devam ediyor. Yol tahribatının çok olduğu bu yolda midemiz bulanıyor, önümüzü göremiyor ve keskin dönemeçlerden dönüp savruluyoruz. Sadece yolda değil her yerde “Yol Tahribatı” tabelası görüyor, bolca kaza geçiriyoruz.

Yolculuk yapmak istemeyen için tabelalarda ne yazdığının pek önemi yok elbette. Fakat yolda olacak insan için tahribat,artıkinsanın olduğu her alanda kendini açıkça gösteriyor.İsmet ÖZEL;“Yol değildir yaşamak, Yolda olmaktır. İçinde ben varsam bu yolun, Bir anlamı vardır.” demektedir.

Yol tahribatı olmasına rağmen yolda olan ve yolda kalabilenlere selam olsun!