Yol arkadaşlarım-2
Yıldız Ramazanoğlu
Çağına tanık, coğrafyası ümmetin olduğu her yer olan, sözünü yaşayışıyla pekiştiren ve cümlelerin ardına düşerek bu çağda susamış yüreklere esenlik sunmayı arzulayan bir söz ustası Yıldız Ramazanoğlu. Onun cümlelerini okundukça kardeşlik duygularının pekiştiğini hisseden her okuyucu onu kendine daha yakın bulmaya başlar. Bir çağ açılır gibi çok ötelerden bir çağa geçer ayaklarında kumdan halkalar.
İnsanlığa “ses olma”, bir yazarın en dikkate değer özelliklerinden biridir. Yazar olma arzusunda olan her kalem sahibi, varlığını sürdürdüğü en küçük parçadan başlayıp tüm dünyaya yayılan bir sesin sahibi olmayı arzular. Ramazanoğlu, kadınların ve mazlumların sesi olmayı kendine şiar edinmiş bir yazar.
Samiha Ayverdi
İnsan bir yola çıkınca, yola çıkış sebeplerini de açıkça ortaya koymalıdır. Hedefsiz çıkılan her yol, insana külfetten başka bir şey değildir. Özellikle amacını faydalı olmak olarak belirleyenlerin; “neye, kime” sorularına cevap olacak hedefler belirlemeleri elzemdir.
Samiha Ayverdi, hayatını insanlara hizmete adamış, kurduğu her cümleyi Allah yoluna çevirmiş derviş gönüllü bir gönül insanıdır.
Samiha Ayverdi’yi anlatırken kullanacağımız o kadar çok sıfat vardır ki birini unutsak adeta onun gönlü incinebilir. Hayatını Hak yoluna adamış, mütefekkir, yazar, şair, gönül ehli bir eski zaman insanı Ayverdi. Yaşadığı dönemde kendine öyle güzel bir dünya kurmuştur ki o, bu dünyadan değilmiş gibi yaşamıştır. Herkesin başka dertlerle bir koşuşturmanın içine girdiği zamanlarda, kulun Allah’la olan münasebetini nasıl kuvvetlendireceğinin derdine düşmüştür.
Tolstoy
Tolstoy, soğuk iklimlerde yaşamış sıcak bakışlı bir derviştir. Tolstoy’un hangi eseri olursa olsun birine tavsiye ettiğimde, her zaman olumlu bir karşılık bulmuştur. Sonuç hep aynıdır; “Yazar tam anlamıyla bizi anlatmış.” “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?”daki Pahom’un mal edinme hırsı bizim için hiç de yabancı değildir. Ya da “Efendi ile Uşak” sanki Rusya’da değil de bizim aramızda yaşayan insanlardan birileridir. Aslında bütün bu tanıdık olma durumları Tolstoy’un Müslümanlara olan sıcaklığının bir göstergesidir. O, “Hz. Muhammed’in Hadisleri” adlı bir kitap çevirmiş, bu hadislerin yardımıyla İslamı ve Hz. Muhammed’i tanımaya çalışmıştır. Bir ara mektuplaştığı Rus asıllı Müslüman Yelena’ya yazdığı mektuplarda İslamiyet hakkındaki düşüncelerini de açıkça ortaya koymuştur. Tolstoy, şartların elverdiği ölçüde Müslümanlığı tanımaya çalışmış ve arayışını doğru istikamete erdirene dek sürdürmüştür.
Refik Halid Karay
Dili kullanmadaki ustalığı, kıvraklığı ile Türk hikâyeciliğinde önemli bir yeri olan Refik Halid’in hikâyelerinde Türkçenin kusursuz anlatım güzelliklerini yaşamak mümkündür. Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünde yaşayan insanlardan tutun da Filistin çöllerinin kavurucu sıcağı altında karşılaşan iki Türk’ün konuştukları dile kadar her cümle eşsiz güzellikler sunmaktadır.
Dilimizin eşsiz güzellikteki eserlerinin dünyasına girmek için Refik Halid’in hikâyeleri bir giriş kapısı olabilir. Eskici hikâyesindeki Hasan’ın diline ve memleketine olan bağlılığı bir önsöz gibi derslerin başında, sohbetlerin arasında, cümlelerin içinde sürekli okunmalıdır. Dilini doğru kullanamayanlar ne anlatırlarsa anlatsınlar etkileyici olamazlar. Cümleler kırık dökük kalır, sözler yerine ulaşamaz.
Dilin incelikleri özenle yazılmış eşsiz eserlerde gizlidir. Kim ki bu eserlerin dünyasına girer, söz iklimine kavuşmuş demektir. Önemli olan kapıyı aralamak.
Cahit Külebi
Şiirine Anadolu’nun havasını sindirmiş bir şair. Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer” dizesinde işaret ettiği yaşadığı “yer” sözü o nun şiirinde sık sık karşımıza çıkar. Onun şiirinde doğup büyüdüğü toprakların kokusunu duymak mümkündür. “Anadolu’nun her karışının” güzel ve özel olduğuna inanan şair, bu güzellikleri ve özellikleri şiirinde kullanmıştır. Şairlerin “sırça köşklerde yaşarcasına” hayattan kopuk olması karşısında şair, şiirinin kapılarını hayat için sonuna kadar açmıştır. Şair için şiirin kaynağı hayatın kendisidir.
Şiirini hayatın içinden devşiren, Anadolu’nun rüzgârını şiirine sindiren ve “istiyorum ki pırıl pırıl olsun / dünyamızın gülleri” diyerek hayata iyimser bir pencereden bakan şairin şiirimize katkısı büyük olmuştur. Özellikle şairin şiiriyle var olması ve kişilikli olması konusunda onun durduğu nokta önemlidir. Şairin sermayesi dildir ve şair bu dilin işçisidir. İşçiliği ne kadar ustaca olursa şair o derece kalıcı olur. Şiirine sıradanlıkları ve sıradan bir dili çağıran şair de kalabalıklar arasında “öylesine” yaşamaya devam eder. Ne yazık ki hayat denen koşuşturmada sıradan olan hiçbir şeyin kalıcı olma şansı bulunmamaktadır.