Dolar (USD)
32.53
Euro (EUR)
34.82
Gram Altın
2440.06
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Mart 2020

Yokuş çıkarken hücum halinde olmak

Normalde insanlar kriz koşullarında rutinlerin daha çok sorgulanacağını düşünüyor. Zira içinde olduğumuz, bir anlamda kendimizi akışına kaptırdığımız normal dönemlerde hayatımızı ve işleyişimizi ontolojik bir sorgulamanın nesnesi pek kılmayız. Dolayısıyla kriz durumlarında, norma uymayan (anormal) koşullarda bunu daha çok yapabileceğimiz düşünülür ilk bakışta. Çok da mantıklıdır bu durum. Zira normalin, rutinin askıya alındığı bu durumda ona mesafe almak, onu sorgulamak kolay gelebiliyor. Ancak yaşadığımız kriz dönemlerindeki performansımız çoğunlukla bunun böyle olmadığını tersine bu tür durumlarda kriz durumunun getirdiği belirsizlik duygusunun normali, rutini bir an önce yeniden tesis edilmesi gereken bir olmazsa olmaza çevirdiğini gösteriyor.

Küresel ölçekte seyreden koronavirüs nedeniyle bir kez daha tecrübe ettiğimiz husus, malesef bu gerçekliktir. Baş edilmesi mümkün olmayan bir doğa kanunu şeklinde işleyen bu aşırı muhafazakar tutum, ideolojik-politik ayrım göstermeksizin toplumun tüm kesimlerinde görülebiliyor. Bu kriz anının önümüze getirdiği toplumsal hayatın yeniden ve daha farklı şekilde organizasyonu bırakın istenilen, arzulanılan ve bu yönde çaba sarfedilen bir seçenek olmayı sosyal-kültürel hayatın olumsallığı bahsinde zihinlere düşen bir seçenek olarak bile belirmiyor malesef. Entellektüel bir spekülasyon, geleceğe ilişkin bir fantezi olarak bile belirmiyor kafalarda. Kaskatı bir muhafazakarlığın hüküm sürdüğü bu alan doğa kanunun katılığında işleyen bir taşlaşma durumunun mücessem hali gibi.

Eğitim alanında konuşulup tartışılanlara, tartışmayı belirleyen konumlanışa ve yaklaşıma, tartışmanın düzeyine ve diline baktığımızda tıpkı hayatımızın diğer alanlarında olduğu gibi burada da açık ve net görülüyor bu durum. Bugünlerde kriz dolayısıyla evde eğitim adı altında -ki verdiğimiz bu eğitimin literatürdeki evde eğitim yaklaşımıyla uzaktan yakından ilintisi yoktur, mekanın ev olması dışında tabii- sürdürdüğümüz eğitim-öğretim faaliyetleri okul merkezli eğitim sistemimizin varlığı, yapısı, işleyişi, kurgusu, mantığı vs. üzerinden tartışımasını, sorgulanmasını gerektirmedi. Tersine normal koşullarda herkesin (MEBden velilere, öğretmenlerden öğrencilere) memnuniyetsiz ve şikayetçi olduğu bir yapıyı bir an önce yeniden hayata geçirmek konusunda herkes çok motive gözüküyor. Herkes bu olağanüstü koşullarda bırakın rutini, normali sorgulamayı tersine rutini, normali mutlak surette sürdürülmesi gereken bir idel, tartışılmaz bir norm, hatta abartarak söyleyelim bir doğa kanunu gibi görüyor.

İyi de normalde bu yapının sadra şifa olmadığını, derdimize deva olmadığını biliyoruz. Bu yapıdan hep beraber şikayetçiyiz. Bunun böyle olmayacağını, mutlaka başka surette olması gerektiğini düşünürüz, söyleriz. Şimdi fırsat doğmuşken, şartlar el veriyorken nedir söylediklerinin, şikayetlerinin tersine şeyler yapan bu halimiz? Şikayetçisi olduğumuz yapıya kurtuluş reçetesi muamelesi yapan bu çelişkili vaziyetimiz nedir böyle!

Bu yaşadıklarımızdan bir kaç ders çıkarmamız gerekiyor: Birincisi, şayet eleştirilerimiz Heideggerin ifadesiyle sükünetle düşünen düşünme üzerinden gelmiyorsa, oradan beslenmiyorsa laf ola beri gele kabilinden bir yakınmadan farkı olmaz. Hayatımızın seyrini ve niteliğini değiştiren bir etki yaratmazlar. Bunu bugünkü küresel salgın vesilesiyle de gözlemliyoruz yakın siyasi tarihimizdeki ahvalimizden de acı tecrübeyle gözlemledik. İkincisi, eleştirilerimiz pozisyonumuza ilişkin yüzeysel bir yakınmadan ileri geliyorsa ve ufku pozisyon değişikliği ile sınırlıysa yani yapıyla ve paradigmayla ilintili değilse ne yaşarsanız yaşayın ve ne söylerseniz söyleyin dönüp dolaşıp şikayetçisi olduğunuz veya mağduru olduğunuz bir yapıyı kendi elinizle üretirsiniz. Okul merkezli eğitimin bugün bu şekilde özlemle ve çekincesiz savunuluyor olması bunu gösterdiği gibi yine yakın siyasi tarihimizdeki yakıcı gelişmeler bunun müşahhas örnekleridir. Ve bağlantılı bir şey daha: İnsan nefsinde olanı değiştirmedikçe bir şey değişmiyor. Nefsinde olanı değiştirmek de özyle zannedildiği gibi eleştirimsi yakınmalarla olacak bir şey değil. Bu anlamda yaşadıklarımızın, başımıza gelenlerin, gördüklerimizin nasıl belirleyici terbiye ediciler olduğunu, söylediklerimize uygun bir hayat alanı inşa etmenin nasıl zor olduğunu, Nuri Pakdilin ifadesiyle yokuş çıkarken dahi hücüm halinde olmayı gerektirdiğini söylememiz gerekiyor. Alternatif bir hayat, alternatif yol ve yöntemler söylemi güzel ve albenili ancak yolu, yolculuğu, mücadelesi ve gerçekleştirilmesi çok zor, çok çetin bir mücadele olup üst düzey bir uyanıklık, üst düzey bir zihinsel performans ve şüphesiz üst düzey bir adanmışlık gerektiriyor. Bu karşılanmadığında, bugün olduğu gibi, ortalık iddialarından vurulmuş insanların arz-ı endam ettikleri bir ilkesizlik parkuruna dönüşüyor. Bu parkur da bugün tesis etmeye can attığımız normalin-rutinin parkurundan başka bir şey değil zaten.