Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2970.20
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Ekim 2018

Yoksulluğu nasıl azaltacağız?

Yoksulluk bugünün dünyasında çok çok büyük bir problem. Dünya kaynaklarının önemli bir büyüklükteki kısmını çok küçük bir azınlık kullanıyor. Bu azınlığın elinde bulundurduğu zenginliğin boyutları ise günden güne artıyor. Dünya nüfusunun 3.5 milyarlık kısmının elinde tuttuğu servet kadarlık bir serveti bugün 8 ya da 10 aile elinde tutuyor. Bir kaç yıl evvel bu sayı 8 binlerde iken şimdilerde bu sayı 8’lere, 10’lu rakamlara düşmüş durumda. Çember sürekli daralıyor. Çok küçük bir azınlık çok büyük bir servete sahipken büyük bir kalabalık ise günden güne yoksullaşıyor. Bunun bir tesadüf olmadığını aklı başında herkes bilecektir.

Küresel kapitalist sistemin sütre gerisindeki baronları kendileri için öyle güzel bir sistem icat etmişler ki bu sistem serveti çok büyük kalabalıklardan çok küçük azınlıklara sürekli hortumluyor. Dolayısıyla servet günden güne küçük bir mutlu azınlığın cebinde temerküz ediyor. Bu hortumlama işi ise kah bankacılık sistemi kah başka finansal araçlar üzerinden sağlanıyor. Ulusal hükümetlere yapılan baskılarla büyük ticari engellerin ortadan kaldırılarak yerel dünya pazarlarının büyük çok uluslu şirketlerce yağmalanması ise işin başka bir boyutunu oluşturuyor.

Telekom, enerji, futbol, iletişim, teknoloji, bankacılık gibi büyük meblağların döndüğü sektörler üzerinden geniş kalabalıkların kesesine bir takım eller uzanıyor ve bu eller serveti fakirin cebinden zenginin cebine aktarıyor. Sermaye tabana adil şekilde yayılmadığı gibi küçük ekonomilerden büyük şirketlere ve büyük sermayedarlara doğru adaletsiz bir transfer söz konusu. Türkiye’de de durum çok farklı değil. Bütün dünyadaki servet dağılımı hangi kriterler eşliğinde gerçekleşiyorsa Türkiye’de süreç dünyadakine benzer şekilde ilerliyor.

Zengin sürekli zenginleşiyor fakir ise daha da fakirleşiyor. Türkiye’ye çekilen son dolar operasyonundan sonra vatandaşın satın alma gücü ciddi şekilde yara alırken cebinde ya da kasasında yüksek miktarda döviz bulunduranlar yüzde yüz hatta yüzde yüzelli servet büyüttüler. Bunların içinde iç yatırımcılar da var dış yatırımcılar da. Biz alışkanlık gereği içerdekilere yatırımcı dışardan gelenlere ise spekülatör diyoruz. Oysa neticede değişen bir şey yok. Birileri zenginleşirken birileri sürekli fakirleşiyor.

Peki bu süreçte yoksullaşan kitleler ne yapıyor? Bütün dünyada olduğu gibi birilerine el açmak zorunda kalıyor. Yardım kuruluşları, devlet ya da kamu kurumları, karşılıksız nakit tansferi sağlayan sivil toplum örgütü ya da hayır kurumları, belediyeler, yerel yönetimler ve diğer resmi, gayri resmi kuruluşlar makarna, kömür, para, kıyafet vb. yardımlarla sürekli yoksullaşan kesimlere ayni ve nakdi transfer yapıyorlar. Bu şekilde toplumun gazı alınarak muhtemel bir “fakirler isyanının” önü alınmış oluyor. Yani aslında balık tutmayı öğretmek yerine balık vermek kamu otoritelerinin kolayına geliyor.

Sivil toplum örgütleri de böylesine kutsi bir görevi icra etmenin rahatlığı içinde imajlarını sağlamlaştırıyorlar. Peki yoksula verilmez mi? Verilir, elbette verilir. Ama gizli verilir, ölçülü verilir, incitmeden verilir. Verilmemesi gerekene de verilmez. Verilmemeli. Engelliye, yaşlıya, bakıma muhtaç hastaya, kısacası dezavantajlı kesime ver istediğin kadar, incitmeden, gücendirmeden ver. Hatta yaşamlarını kolaylaştırmak için elinden ne geliyorsa yap. Ama çalışabilir, üretebilir, katma değer meydana getirecek geniş kalabalıkları el açan, avuç açan, dilenen, kaymakamlık kapılarında sadaka bekleyen insanlar haline getirmek ne bizim medeniyet değerlerimize, ne inancımıza ne de tarihsel derinliğimize yakışıyor.

Peki bu insanlar gün gelip de bu yardımları alamadıkları zaman ne yapacaklar? Ortaya çıkacak sosyal huzursuzluğu varın siz hesap edin. Peki ne yapmalı? Şunu yapmalı: Dezavantajlı kesimlere hayatlarını kolaylaştıracak her türlü yardımda bulunulmalı. Ancak çalışabilecek üretebilecek durumda olanlara mikro kredi yöntemiyle geri ödemeli yardımlar yapılarak insanların maişetlerini kazanacak kadar iş sahibi olmaları özendirilmeli.

Bangladeşli Profesör Muhammed Yunus’un bir çözüm olarak ortaya koyduğu bu sistemde en şaşırtıcı nokta kendilerine geri ödemeli kredi sağlanan insanların neredeyse tamamının akitlerine sadık kalmaları ve aldıkları borcu geri ödemeleri. İnanılmaz değil mi? Türkiye’de bu konuda Prof. Dr. Aziz Akgül zamanında ciddi gayretler sarf etmişti. Şimdilerde bu gayretlerin kanunlaşarak ve gerekli yasal altyapıya kavuşturularak güçlendirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin çıkışı buradadır. El açan avuç açan insanlar yerine üreten rızkını taştan çıkaran insan profiline geçmek zorundayız. SYDV’larının önündeki kuyruklar gerçekten bize yakışmıyor.