Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yok edilen insanlık onuru

Bilgi ve bilim arasındaki yakından ilişki, bilimi bütün zamanlarda ne yapıp edip siyasetin uhdesine dahil ediyor. Bir başka deyişle siyaset bir yolunu bulup bilimin imkanlarından yararlanıyor. Özü itibariyle bilgi de bilim de insanı hayata yaklaştırmanın, insan için kurulu düzeneği olması gerektiği gibi kullanarak insanca yaşamanın imkanlarını genişletmenin bir aracı olarak kendisini gösteriyor. Bilgi arayışı ile bilimsel keşif; uzak olanı yakınlaştırmanın, belirsiz olanı belirginleştirmenin, dağınık olanı toparlamanın ve oradan bir düzen çıkararak insan aklına uygun algoritmalar oluşturmanın en soylu eyleyiş biçimleridir. Aynı sebepten dolayı bilgi sahibi oluş ile bilime hükmediş doğrudan güce erişmenin de bir yoludur. Yine aynı sebeptendir ki daha baştan, en başından beri gücü kullananlar bilgi sahibi olanları yakınlarında tutmuş, onları organize ederek bilgiyi bilime, bilimi teknolojiye evriltelerek güçlerini perçinlemenin stratejileriyle uğraşmışlardır. Yazık ki bu uğraşı beraberinde her zaman hayırlı neticeler doğurmamış, bilim hayatın imkanlarını genişletmenin hemen yanına onu daraltmanın, hatta büsbütün yok etmenin sebebiyetine dönüştürülmüştür. Yaygın söyleyişle bıçağı keşfeden akıl insan elini korumayı kayıt altına alırken aynı zamanda o elin parmaklarını kesmenin de potansiyel suçlusu haline gelmiştir.

Geçtiğimiz birkaç gün içinde, nicedir vizyonda olan Oppenheimer adlı filmi seyredince bilim ile siyaset arasındaki ilişkiyi yeniden düşündüm: Evet, kesinlikle bilim bütün zamanlarda onu ortaya çıkaran, meslek olarak görenler nezdinde hayatı güzelleştirmenin, varlığını perçinlemenin; araçlaştıran, kullanmayı düşünen çevrelerce ise çirkinleştirmenin ve hayatı/hayatları yok etmenin aracı olarak görülmüştür. Filmde Albert Einstein’den ilhamla atomu parçalamaya çalışan Robert Oppenheimer’ın çalışmalarından haberdar olan Amerika siyaseti bundan yararlanmayı düşünür ve Amerikan yerlilerine ait geniş geniş bir araziyi onun çalışmalarının laboratuvarına dönüştürür. Kendisi de bir Yahudi olan Oppenheimer fiziğin imkanlarının savaşın stratejisine dönüştürüleceğini bile bile Nazi Almanyasına yönelik bir silah üretmenin coşkusuyla işe dört elle sarılır ve çevresindeki fizikçilerden teori-pratik uyumlu bir kadro kurar. Çalışmanın ortasında, atom bombası denemesi yapılmadan Nazi’ler yenilir ama Japonya hala direnişini sürdürmektedir. Almanya’nın imhasına adanmış ve onların elinden Yahudileri kurtarmanın yolu olarak tahayyül edilen atom bombasının yönü bu vakitten sonra Japonya’ya döner ve başarılı(!) bir denemenin ardından bombalardan biri Hiroşima’ya, diğeri Nagazaki’ye atılır, yüzbinlerce insan bir gecede yakılarak katledilir. Bombanın insanı yok etme üzerindeki mutlak başarısı (!), onu icat edenlerin kampında büyük bir coşkuyla kutlanırken filmin ve atom bombasının kahramanı Oppenheimer ilk defa yaptığının doğru mu yanlış mı olduğu konusunda tereddüde düşer. Filmin ilerleyen sahnelerinde tereddüt şüpheye, şüphe büyük bir hayal kırıklığına evrilir. İnsanlığın ilerlemesi, kötülüğün def’i veya en azından büyük kötülüğe karşı küçük kötülük amacıyla yapılan bir keşif, keşfi yapma sürecinde orada olmayan, keşfin denemeleri yapılırken kaderleri belirlenen, bütün bunlardan habersiz, kendi hayatını yaşayan masum insanlar için devasa bir ölüm makinesine dönüşmüştür.

Bu hayal kırıklıkları arasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Henry Truman, zaferi kutlamak ve yeni, daha büyük, daha gelişmiş silahları üretmesi konusunda teşvik etmek için Beyaz Saray’a Oppenheimer’ı davet eder ve ondan hidrojen bombası üretimi için çalışmalarını yoğunlaştırması talebinde bulunur. Oppenheimer gölgeli, hüzünlü, yorgun yüzünü Truman’a dönerek “Sayın başkan,” der, “kendimi elini kana bulamış biri gibi hissediyorum.”. Oppenheimer Beyaz Saray’ın lüks odasından çıkar çıkmaz Truman yanındakilere, siyasetin her zaman, her yerde bilim adamına yönelik bakışını somutlaştıran bir cümle kurar: “Şu sulu gözlü adamı bir daha içeri almayın.” Bilim, siyasetin çıkarlarına hizmet etmeyi bırakınca siyaset bilimi ve bilim adamını sulu gözlülükle suçlamıştır bir kez daha. Dünya siyasetinin, tarihinin akışını değiştiren bilim adamı daha fazlasını yapmayı reddettiği için bir anda “deha”dan “sulu gözlü adam”a dönüşür. Filmin bu sahnesi, kelimenin her anlamıyla siyasetin gözünde bilimin, siyaset adamının gözünde bilim adamının ne anlama geldiğini göstermektedir: Kullan-at! Siyaset için bilim, siyasetçi için bilim adamı, kendinden yararlanılacak, sütü sağıldıktan sonra çöpe atılacak veya azad edilecek sulu gözlü adamın tekidir ve bu hiç değişmez.

Elbette filmin burada biteceğini düşünemeyiz. Hangi iyilik cezalandırılmadan bırakılır ki? Bundan sonraki süreçte bilim adamlığı, dehası, karakteri, hayatını adadığı bütün o şeyler uğruna ihmal ettikleri bir tarafa konarak Oppenheimer’ın KGB ajanı olduğu, atom fiziğiyle ilgili bilgileri Rusya’ya sızdırdığı gerekçesiyle mahkeme mahkeme dolaştırıldığına, itibarsızlaştırılma ile başlayan sürecin neredeyse bütünüyle imhaya vardırıldığına şahit oluruz. İkinci Dünya Savaşı’nın Amerika Birleşik Devletleri lehine sonuçlanması için hayatını adamış bir adamın, bir fizik dehasının bir anlamda nasıl da devlet düşmanı ilan edildiğine tanık oluruz. Devlet bir kez daha kahraman ilan ettiği bir adamı, işi görüldükten hemen sonra hain ilan etmiştir. Bilim ve bilim adamı bir kez daha kullanılmış ve çöpe atılmıştır.

Filmin son sahnesi manidar olduğu kadar bugüne de ışık tutacak bir dizi çağrışımla doludur. Dünyanın büyüsü kaçmış, bilimin paradigması değişmiştir. Artık bundan sonra bilim adına üretilen hiçbir şey insanın ve insanlığın menfaatine olmayacak, bilakis onun topluca imhasına kanalize edilecektir. Bir zamanlar dünyayı güzelleştirmenin ve ışığa boğmanın yolu olan bilim bundan sonra onu cehenneme dönüştürmenin en etkili aracı olacaktır. Bugün İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırıma eşlik eden fosfor bombalarını, şehirleri ışığa boğan kimyasal silahları, çocuk tenlerini dondurmuş kömür yanığına dönüştüren görüntülerle yüz yüze gelince insan bir kez daha irkiliyor ve şöyle diyor: Bilim siyasetin, bilim adamı siyasetçinin emrinden çıkmadıkça insanlığın onurunu bırakın kurtarmayı, ayakta tutma şansımız bile yok.