Yok edilen insanlık onuru
Bilgi ve bilim
arasındaki yakından ilişki, bilimi bütün zamanlarda ne yapıp edip siyasetin
uhdesine dahil ediyor. Bir başka deyişle siyaset bir yolunu bulup bilimin
imkanlarından yararlanıyor. Özü itibariyle bilgi de bilim de insanı hayata
yaklaştırmanın, insan için kurulu düzeneği olması gerektiği gibi kullanarak
insanca yaşamanın imkanlarını genişletmenin bir aracı olarak kendisini
gösteriyor. Bilgi arayışı ile bilimsel keşif; uzak olanı yakınlaştırmanın,
belirsiz olanı belirginleştirmenin, dağınık olanı toparlamanın ve oradan bir
düzen çıkararak insan aklına uygun algoritmalar oluşturmanın en soylu eyleyiş
biçimleridir. Aynı sebepten dolayı bilgi sahibi oluş ile bilime hükmediş
doğrudan güce erişmenin de bir yoludur. Yine aynı sebeptendir ki daha baştan,
en başından beri gücü kullananlar bilgi sahibi olanları yakınlarında tutmuş,
onları organize ederek bilgiyi bilime, bilimi teknolojiye evriltelerek
güçlerini perçinlemenin stratejileriyle uğraşmışlardır. Yazık ki bu uğraşı
beraberinde her zaman hayırlı neticeler doğurmamış, bilim hayatın imkanlarını
genişletmenin hemen yanına onu daraltmanın, hatta büsbütün yok etmenin
sebebiyetine dönüştürülmüştür. Yaygın söyleyişle bıçağı keşfeden akıl insan elini
korumayı kayıt altına alırken aynı zamanda o elin parmaklarını kesmenin de
potansiyel suçlusu haline gelmiştir.
Geçtiğimiz
birkaç gün içinde, nicedir vizyonda olan Oppenheimer
adlı filmi seyredince bilim ile siyaset arasındaki ilişkiyi yeniden düşündüm:
Evet, kesinlikle bilim bütün zamanlarda onu ortaya çıkaran, meslek olarak
görenler nezdinde hayatı güzelleştirmenin, varlığını perçinlemenin;
araçlaştıran, kullanmayı düşünen çevrelerce ise çirkinleştirmenin ve
hayatı/hayatları yok etmenin aracı olarak görülmüştür. Filmde Albert
Einstein’den ilhamla atomu parçalamaya çalışan Robert Oppenheimer’ın
çalışmalarından haberdar olan Amerika siyaseti bundan yararlanmayı düşünür ve
Amerikan yerlilerine ait geniş geniş bir araziyi onun çalışmalarının
laboratuvarına dönüştürür. Kendisi de bir Yahudi olan Oppenheimer fiziğin
imkanlarının savaşın stratejisine dönüştürüleceğini bile bile Nazi Almanyasına
yönelik bir silah üretmenin coşkusuyla işe dört elle sarılır ve çevresindeki
fizikçilerden teori-pratik uyumlu bir kadro kurar. Çalışmanın ortasında, atom
bombası denemesi yapılmadan Nazi’ler yenilir ama Japonya hala direnişini sürdürmektedir.
Almanya’nın imhasına adanmış ve onların elinden Yahudileri kurtarmanın yolu
olarak tahayyül edilen atom bombasının yönü bu vakitten sonra Japonya’ya döner
ve başarılı(!) bir denemenin ardından bombalardan biri Hiroşima’ya, diğeri
Nagazaki’ye atılır, yüzbinlerce insan bir gecede yakılarak katledilir. Bombanın
insanı yok etme üzerindeki mutlak başarısı (!), onu icat edenlerin kampında
büyük bir coşkuyla kutlanırken filmin ve atom bombasının kahramanı Oppenheimer
ilk defa yaptığının doğru mu yanlış mı olduğu konusunda tereddüde düşer. Filmin
ilerleyen sahnelerinde tereddüt şüpheye, şüphe büyük bir hayal kırıklığına
evrilir. İnsanlığın ilerlemesi,
kötülüğün def’i veya en azından büyük kötülüğe karşı küçük kötülük amacıyla
yapılan bir keşif, keşfi yapma sürecinde orada olmayan, keşfin denemeleri
yapılırken kaderleri belirlenen, bütün bunlardan habersiz, kendi hayatını
yaşayan masum insanlar için devasa bir ölüm makinesine dönüşmüştür.
Bu hayal
kırıklıkları arasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Henry Truman, zaferi
kutlamak ve yeni, daha büyük, daha gelişmiş silahları üretmesi konusunda teşvik
etmek için Beyaz Saray’a Oppenheimer’ı davet eder ve ondan hidrojen bombası
üretimi için çalışmalarını yoğunlaştırması talebinde bulunur. Oppenheimer
gölgeli, hüzünlü, yorgun yüzünü Truman’a dönerek “Sayın başkan,” der, “kendimi
elini kana bulamış biri gibi hissediyorum.”. Oppenheimer Beyaz Saray’ın lüks
odasından çıkar çıkmaz Truman yanındakilere, siyasetin her zaman, her yerde
bilim adamına yönelik bakışını somutlaştıran bir cümle kurar: “Şu sulu gözlü
adamı bir daha içeri almayın.” Bilim, siyasetin çıkarlarına hizmet etmeyi
bırakınca siyaset bilimi ve bilim adamını sulu gözlülükle suçlamıştır bir kez
daha. Dünya siyasetinin, tarihinin akışını değiştiren bilim adamı daha
fazlasını yapmayı reddettiği için bir anda “deha”dan “sulu gözlü adam”a
dönüşür. Filmin bu sahnesi, kelimenin her anlamıyla siyasetin gözünde bilimin,
siyaset adamının gözünde bilim adamının ne anlama geldiğini göstermektedir:
Kullan-at! Siyaset için bilim, siyasetçi için bilim adamı, kendinden
yararlanılacak, sütü sağıldıktan sonra çöpe atılacak veya azad edilecek sulu
gözlü adamın tekidir ve bu hiç değişmez.
Elbette filmin
burada biteceğini düşünemeyiz. Hangi iyilik cezalandırılmadan bırakılır ki?
Bundan sonraki süreçte bilim adamlığı, dehası, karakteri, hayatını adadığı
bütün o şeyler uğruna ihmal ettikleri bir tarafa konarak Oppenheimer’ın KGB
ajanı olduğu, atom fiziğiyle ilgili bilgileri Rusya’ya sızdırdığı gerekçesiyle
mahkeme mahkeme dolaştırıldığına, itibarsızlaştırılma ile başlayan sürecin
neredeyse bütünüyle imhaya vardırıldığına şahit oluruz. İkinci Dünya Savaşı’nın
Amerika Birleşik Devletleri lehine sonuçlanması için hayatını adamış bir
adamın, bir fizik dehasının bir anlamda nasıl da devlet düşmanı ilan edildiğine
tanık oluruz. Devlet bir kez daha kahraman ilan ettiği bir adamı, işi
görüldükten hemen sonra hain ilan etmiştir. Bilim ve bilim adamı bir kez daha
kullanılmış ve çöpe atılmıştır.
Filmin son
sahnesi manidar olduğu kadar bugüne de ışık tutacak bir dizi çağrışımla
doludur. Dünyanın büyüsü kaçmış, bilimin paradigması değişmiştir. Artık bundan
sonra bilim adına üretilen hiçbir şey insanın ve insanlığın menfaatine
olmayacak, bilakis onun topluca imhasına kanalize edilecektir. Bir zamanlar
dünyayı güzelleştirmenin ve ışığa boğmanın yolu olan bilim bundan sonra onu
cehenneme dönüştürmenin en etkili aracı olacaktır. Bugün İsrail’in Filistin’de
uyguladığı soykırıma eşlik eden fosfor bombalarını, şehirleri ışığa boğan
kimyasal silahları, çocuk tenlerini dondurmuş kömür yanığına dönüştüren
görüntülerle yüz yüze gelince insan bir kez daha irkiliyor ve şöyle diyor:
Bilim siyasetin, bilim adamı siyasetçinin emrinden çıkmadıkça insanlığın
onurunu bırakın kurtarmayı, ayakta tutma şansımız bile yok.