Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Aralık 2022

YÖK Barajı

Roma dahil, her hangi bir devirde, dünyanın her hangi bir yerinde, vatandaşlarının tamamını “akademia”ya yerleştirmeye çalışan bir ideal devlet var mıdır? Levhasında üniversite yazan her yerde akademik bilgi mi üretilir? Akademisyen denen herkesin derisinin altında akademi kanı mı dolaşmaktadır? Yüz yirmi yıllık küsur tarihinde üniversitelerimiz Türkiye’nin ufkunu değiştirmiş, sıra dünyanın ufuk turuna mı gelmiştir? Neden öyleyse barajları açıyor, sıralamanın canına okuyarak herkesi üniversiteli yapmaya çalışıyoruz? Neden herkesi üniversiteli yapmak gibi bir derdimiz olsun ki? Bilgi karşılıklıdır; almak istemeyene, almaya gücü yetmeyecek olana neden zorla vermeye gayret gösteriyoruz? Zaten toplum dediğiniz yapı idrakler, hissedişler, eyleyişler, enerjiler bakımından birbirinden farklı iç dünyaların oluşturduğu bir sistem değil mi? Birinin gücünün yetmediğini ötekinin yaptığı, birinin bilmediğini ötekinin bildiği, birinin eksik bıraktığını ötekinin tamamladığı bir organlar arası mutabakattan çıkmıyor mu organizma? Beynin yaptığını ayaklara mı yaptıracağız? Karaciğeri dalağa mı emanet edeceğiz? Göze duy, kulağa bak mı diyeceğiz? Oysa bedenin hepsine, hepsinin sahip olduğu donanım bakımından ihtiyaç var. Tırnağın bile kendine göre tamamlayıcı bir özelliği yok mu? Kirpiğin, kaşın bile en az deri kadar kıymeti yok mu vücut kalesi içinde? Öyleyse derdimiz ne? Bırakın herkes toplumdaki ait olduğu yere, sevdiği, beğendiği, olmak istediği, olduğu yeri zenginleştirdiği mesleğe yönelsin. Yeteneğine, zekasına, algı düzeyine, beklentisine, iş yapabilirlik kapasitesine bakmadan herkesi kampüsten içeri sokup orada ona kimlik, kişilik, değer kazandırmak istiyoruz. Ancak usul denen bir şey var. Her malzemeden cacık olmaz. Cacık için hıyar ve yoğurt gerekir. Rengi yeşil diye yoğurda karpuz veya biber doğrarsan oradan olsa olsa tuhaf alaşımlı bir tat çıkar. Herkesin her şey olduğu bir yerde her şeyin hiçbir şey ifade etmediğini bir türlü öğrenemedik vesselam.

Son sınavda barajların açılmış olması, sel etkisi yaptı. Kampüslerin sosyolojisi değişti. Bırakın sıfır soru yapmayı, yanlışları doğrularından fazla öğrencilerin tahrip edici etkisi şimdi değil, üç beş yıl sonra görülecek. Konuyu bir yerine üç kez anlatırsınız, olmadı bir daha anlatırsınız. Ama karşınızdaki onuncu anlatmada bile hala yüzünüze başka bir gezegenin vatandaşıymış gibi bakmaya devam ederse siz de afallar, neyi, nereye kadar, nasıl anlatmanız gerektiğini unutursunuz. Yetersiz öğrenci en çok nitelikli hocaya darbe vuracak. Defalarca söyledim, yine söylüyorum: Biz Tanzimat’tan bugüne, meselelerin içeriklerine yoğunlaşmayı hiçbir zaman iş edinmedik. Hep dış görünümle uğraştık. Kafa aynı kafa, saç modelleri değişiyor. Nitelikle uğraşmak yerine niceliğe dikkat kesildiğimizi gösteren emareler o kadar çok ki. Bunu görmek için geçmişten bugüne üniversite sınavının tarihçesine bakmak kafi. Müfredatları, ders içeriklerini, öğrenci, hoca kalitesini, altyapı hizmetlerini vs. bırakmış, üniversite seçme sınavının adını değiştirmekle uğraşmışız. 1970’lerde ÜSS; 1980’lerden 2000’lere ÖSS ve ÖYS; 2010’dan 2019’a YGS ve LYS; en son da YKS demişiz bu sınavlara… Çocuğunun hal ve hareketlerini beğenmeyen bir ebeveynin onun sorunlarına odaklanmak, o sorunlarla mücadele etmek yerine sürekli adını değiştirme çabasına benziyor bu. Sorun çözmek zordur. İsim değiştirmekten kolay ne var? Senin adın Mehmet olsun, belki düzelirsin; yok Ahmet olsun belki daha iyi olur. Olmadı, Haydar yapalım bu çocuğun adını, o da olmazsa Halis, Muhlis gibi bir şeyler buluruz elbet… İçeriğe gücü yetmeyenler biçimle uğraşıyor. İçeriye nüfuz edemeyenler dışarıyı zorluyor.

Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. İşler epeydir iyi gitmiyor. Hatta buna dair bir anım bile var: O vakitler, yaklaşık on yıl önce kadar, İnönü Üniversitesi’nde çalışıyorum. İstanbul’dan bir arkadaşım aradı ve fizik bölümünde dört yıllık fakülteyi altıya uzatmış bir yeğeninin tek ders sınavına girdiğini, sınavın iyi geçtiğini, ancak her hangi bir hataya kurban gitmesini istemediğini, hocasıyla konuşup konuşamayacağımı sordu. Hoca dışarıdan da tanıdığım bir arkadaştı. Olur, konuşurum dedim. Dersin hocasına uğradım. Havadan sudan konuştuktan sonra mevzuya girdim. Öğrencinin adını duyunca yüzüme tebessümle bakarak, şöyle geniş, derinden bir kahkaha patlattı hoca. “Kağıtları az önce okudum” hocam dedi. “İşte, orada, masanın üstünde duruyor. Sorulardan biri beton çivisinin çapıydı. Çocuk bana çınar ağacı gövdesi genişliğinde bir çap çıkarmış. Şimdi hocam, fizik bilmeseniz, formül çözme yeteneğiniz olmasa bile insanda idrak diye, yargı diye bir şey var, beton çivisinin çapı koca ağaç gövdesi boyutunda çıkınca bundan şüphelenmez misiniz? Bu biraz abartılı oldu galiba demez misiniz? Dememiş. Bulduğu tuhaf sonucu oraya, kağıdına yazmış, gönül rahatlığıyla sınavdan çıkmış, evine gitmiş. Bu çocuk, en azından vardığı sonuçları hayatın gerçekleriyle kıyaslamayı öğrenene kadar dersi geçmemeli, buradan mezun olmamalı, fizikçi diploması almamalı.” Bugün vardığı sonuçları hayatın gerçekleriyle kıyaslayan kaç öğrenci var?

Öyle görünüyor ki on yıl öncesinden bugünlerin geleceği belliymiş. Bugün sadece fizikte değil, bütün bir doğa bilimleri, mühendislik ve sosyal bilimlerde yaşanan manzaralar bundan farklı mıdır? Böylesi manzaralar o günden bugüne artmış mıdır, azalmış mıdır? Bugün mesleğine saygısı olan, ona inanan hangi üniversite hocasının öğrencisine not verirken, ona yeterlilik belgesi uzatırken yüreği rahattır, müsterihtir? Mimarlık, mühendislik, hukuk hatta tıp fakültelerinin bile yüzdelik dilimi yerlerde sürünüyor. Bu çocuklar yarın mezun olduklarında evimizde deprem tehlikesinden salim oturabilecek miyiz? Başımıza bir iş geldiğinde, bir vukuata karıştığımızda mahkemeden gönül rahatlığıyla evimize dönebilecek miyiz? Hastaneye gittiğimizde, oradan cesedimiz çıkmayacağı konusunda kendimizi ikna edebilecek miyiz? Evet, baraj patladı ve memleketin ne kadar kurulu düzeni varsa, hepsini önüne kattı, karıştırdı. Biz şimdi selin uğultusunu duyuyor, köpüğünden irkiliyoruz. Asıl zayiat hasar tespit sürecinde ortaya çıkacak. Bu kafayla gidersek, göreceksiniz, her şey çok daha kötü olacak.