YÖK Barajı
Roma dahil, her hangi bir devirde, dünyanın her hangi bir yerinde, vatandaşlarının tamamını “akademia”ya yerleştirmeye çalışan bir ideal devlet var mıdır? Levhasında üniversite yazan her yerde akademik bilgi mi üretilir? Akademisyen denen herkesin derisinin altında akademi kanı mı dolaşmaktadır? Yüz yirmi yıllık küsur tarihinde üniversitelerimiz Türkiye’nin ufkunu değiştirmiş, sıra dünyanın ufuk turuna mı gelmiştir? Neden öyleyse barajları açıyor, sıralamanın canına okuyarak herkesi üniversiteli yapmaya çalışıyoruz? Neden herkesi üniversiteli yapmak gibi bir derdimiz olsun ki? Bilgi karşılıklıdır; almak istemeyene, almaya gücü yetmeyecek olana neden zorla vermeye gayret gösteriyoruz? Zaten toplum dediğiniz yapı idrakler, hissedişler, eyleyişler, enerjiler bakımından birbirinden farklı iç dünyaların oluşturduğu bir sistem değil mi? Birinin gücünün yetmediğini ötekinin yaptığı, birinin bilmediğini ötekinin bildiği, birinin eksik bıraktığını ötekinin tamamladığı bir organlar arası mutabakattan çıkmıyor mu organizma? Beynin yaptığını ayaklara mı yaptıracağız? Karaciğeri dalağa mı emanet edeceğiz? Göze duy, kulağa bak mı diyeceğiz? Oysa bedenin hepsine, hepsinin sahip olduğu donanım bakımından ihtiyaç var. Tırnağın bile kendine göre tamamlayıcı bir özelliği yok mu? Kirpiğin, kaşın bile en az deri kadar kıymeti yok mu vücut kalesi içinde? Öyleyse derdimiz ne? Bırakın herkes toplumdaki ait olduğu yere, sevdiği, beğendiği, olmak istediği, olduğu yeri zenginleştirdiği mesleğe yönelsin. Yeteneğine, zekasına, algı düzeyine, beklentisine, iş yapabilirlik kapasitesine bakmadan herkesi kampüsten içeri sokup orada ona kimlik, kişilik, değer kazandırmak istiyoruz. Ancak usul denen bir şey var. Her malzemeden cacık olmaz. Cacık için hıyar ve yoğurt gerekir. Rengi yeşil diye yoğurda karpuz veya biber doğrarsan oradan olsa olsa tuhaf alaşımlı bir tat çıkar. Herkesin her şey olduğu bir yerde her şeyin hiçbir şey ifade etmediğini bir türlü öğrenemedik vesselam.
Son sınavda
barajların açılmış olması, sel etkisi yaptı. Kampüslerin sosyolojisi değişti.
Bırakın sıfır soru yapmayı, yanlışları doğrularından fazla öğrencilerin tahrip
edici etkisi şimdi değil, üç beş yıl sonra görülecek. Konuyu bir yerine üç kez anlatırsınız,
olmadı bir daha anlatırsınız. Ama karşınızdaki onuncu anlatmada bile hala
yüzünüze başka bir gezegenin vatandaşıymış gibi bakmaya devam ederse siz de
afallar, neyi, nereye kadar, nasıl anlatmanız gerektiğini unutursunuz. Yetersiz
öğrenci en çok nitelikli hocaya darbe vuracak. Defalarca söyledim, yine
söylüyorum: Biz Tanzimat’tan bugüne, meselelerin içeriklerine yoğunlaşmayı
hiçbir zaman iş edinmedik. Hep dış görünümle uğraştık. Kafa aynı kafa, saç
modelleri değişiyor. Nitelikle uğraşmak yerine niceliğe dikkat kesildiğimizi
gösteren emareler o kadar çok ki. Bunu görmek için geçmişten bugüne üniversite sınavının
tarihçesine bakmak kafi. Müfredatları, ders içeriklerini, öğrenci, hoca
kalitesini, altyapı hizmetlerini vs. bırakmış, üniversite seçme sınavının adını
değiştirmekle uğraşmışız. 1970’lerde ÜSS; 1980’lerden 2000’lere ÖSS ve ÖYS;
2010’dan 2019’a YGS ve LYS; en son da
YKS demişiz bu sınavlara… Çocuğunun hal
ve hareketlerini beğenmeyen bir ebeveynin onun sorunlarına odaklanmak, o
sorunlarla mücadele etmek yerine sürekli adını değiştirme çabasına benziyor bu.
Sorun çözmek zordur. İsim değiştirmekten kolay ne var? Senin adın Mehmet olsun,
belki düzelirsin; yok Ahmet olsun belki daha iyi olur. Olmadı, Haydar yapalım
bu çocuğun adını, o da olmazsa Halis, Muhlis gibi bir şeyler buluruz elbet… İçeriğe
gücü yetmeyenler biçimle uğraşıyor. İçeriye nüfuz edemeyenler dışarıyı
zorluyor.
Perşembenin
gelişi çarşambadan bellidir. İşler epeydir iyi gitmiyor. Hatta buna dair bir
anım bile var: O vakitler, yaklaşık on yıl önce kadar, İnönü Üniversitesi’nde
çalışıyorum. İstanbul’dan bir arkadaşım aradı ve fizik bölümünde dört yıllık
fakülteyi altıya uzatmış bir yeğeninin tek ders sınavına girdiğini, sınavın iyi
geçtiğini, ancak her hangi bir hataya kurban gitmesini istemediğini, hocasıyla
konuşup konuşamayacağımı sordu. Hoca dışarıdan da tanıdığım bir arkadaştı.
Olur, konuşurum dedim. Dersin hocasına uğradım. Havadan sudan konuştuktan sonra
mevzuya girdim. Öğrencinin adını duyunca yüzüme tebessümle bakarak, şöyle
geniş, derinden bir kahkaha patlattı hoca. “Kağıtları az önce okudum” hocam dedi.
“İşte, orada, masanın üstünde duruyor. Sorulardan biri beton çivisinin çapıydı.
Çocuk bana çınar ağacı gövdesi genişliğinde bir çap çıkarmış. Şimdi hocam, fizik
bilmeseniz, formül çözme yeteneğiniz olmasa bile insanda idrak diye, yargı diye
bir şey var, beton çivisinin çapı koca ağaç gövdesi boyutunda çıkınca bundan
şüphelenmez misiniz? Bu biraz abartılı oldu galiba demez misiniz? Dememiş.
Bulduğu tuhaf sonucu oraya, kağıdına yazmış, gönül rahatlığıyla sınavdan
çıkmış, evine gitmiş. Bu çocuk, en azından vardığı sonuçları hayatın
gerçekleriyle kıyaslamayı öğrenene kadar dersi geçmemeli, buradan mezun
olmamalı, fizikçi diploması almamalı.” Bugün vardığı sonuçları hayatın
gerçekleriyle kıyaslayan kaç öğrenci var?
Öyle görünüyor
ki on yıl öncesinden bugünlerin geleceği belliymiş. Bugün sadece fizikte değil,
bütün bir doğa bilimleri, mühendislik ve sosyal bilimlerde yaşanan manzaralar
bundan farklı mıdır? Böylesi manzaralar o günden bugüne artmış mıdır, azalmış
mıdır? Bugün mesleğine saygısı olan, ona inanan hangi üniversite hocasının
öğrencisine not verirken, ona yeterlilik belgesi uzatırken yüreği rahattır,
müsterihtir? Mimarlık, mühendislik, hukuk hatta tıp fakültelerinin bile
yüzdelik dilimi yerlerde sürünüyor. Bu çocuklar yarın mezun olduklarında
evimizde deprem tehlikesinden salim oturabilecek miyiz? Başımıza bir iş
geldiğinde, bir vukuata karıştığımızda mahkemeden gönül rahatlığıyla evimize
dönebilecek miyiz? Hastaneye gittiğimizde, oradan cesedimiz çıkmayacağı
konusunda kendimizi ikna edebilecek miyiz? Evet, baraj patladı ve memleketin ne
kadar kurulu düzeni varsa, hepsini önüne kattı, karıştırdı. Biz şimdi selin
uğultusunu duyuyor, köpüğünden irkiliyoruz. Asıl zayiat hasar tespit sürecinde
ortaya çıkacak. Bu kafayla gidersek, göreceksiniz, her şey çok daha kötü
olacak.