Yoğun bakım ünitesi
Yaşlı ve hasta olan annemin durumunun
ağırlaşmasından dolayı Malatya'dayım… Ambulansla hastaneye yetiştirdiğimiz
hastamız hemen yoğun bakım ünitesine alındı…
Şimdi
yoğun bakımının kapısındayız…Farklı, bir o kadar da zor bir bekleyişteyiz…
Meyus
bakışlar, mahzun yüzler, mükedder yürekler, melül yüzler bu noktada buluşmuş…
Hastasından
yeterince bilgi alamamak, ziyaret edememek, dokunamamak, elini öpememek, bir
kaşık su verememek, helallik isteyememek…
Şöyle
ifade edeyim, bir insan için ailesinden ve sevdiklerinden birinin hastanede
yatması, hele ki bu yatış yoğun bakım ünitesinde oldu mu gerçekten tarifi zor
bir sınav…
Üzüntünüzü
içinize gömmeye çalışıyorsunuz, özellikle hastaya hissettirmemeye gayret ediyorsunuz,
sağlık görevlilerinden umut verici bir cümle duymaya odaklanıyorsunuz ya da yüz
ifadelerinden bir anlam çıkarmaya çabalıyorsunuz…
Stres,
sıkıntı, korku, panik, tedirginlik, telaş sanki hepsi bu kapıda kümelenmiş…En
acı habere her an kendinizi hazır tutmaya çalışıyorsunuz…
Bilemiyorsunuz
hastanız taburcu mu olacak yoksa bir tabuta yolcumu olacak?
Tıp…Tedavi…İlaç…Teknoloji…Bilim
her şey bir yere kadar…Bir noktadan sonra herkes ve her şey aciz ve çaresiz…
Yığınlar
arasında yoğun yaşamların, bitmeyen koşuşturmaların gelip dayandığı son adres;
hastanelerin yoğun bakım servisi…
Hayattaki
yoğunluklarımız yoğun bakımın duvarlarına çarpınca ‘’fanilik’’ gerçeğimizle
aynel yakin yüzleşmiş oluyoruz…
Benim
gibi çok yoğunum diyenler, muhtemelen sizin de bir gün ayağınız yoğun bakıma
düşebilir… Burası çok farklı bir pencere…
Belki
de kabristanlarda kaçırdığımız tefekkür iklimini yoğun bakımların kapısında beklerken
yaşıyorsunuz…
Bir
boşluk… Belirsizlik…Kafa karışıklığı… Altüst olan duygular… Ve rutin dışı bir dünya…
Sanki
dünyadaki araf…Hayatla ölüm arasında kritik eşik… Kapının diğer tarafında
yaşanan sekerat halleri…Sondan bir önceki durak… Hani bir ayağı mezarda deriz
ya… Evet, yoğun bakım, ebede yolculuğun arefesinde son mola yeri…Hastanelerde ilk
ölüm haberinin alındığı mekân…Acı haberlerle yüreklerin yandığı, gözyaşlarının
aktığı bazen feryada dönüştüğü koridor…
Burası
hep gurup vakti…Nice güneşlerin battığı, yıldızların kaydığı, ocaklarını söndüğü
nokta… Yolun sonu net görülüyor buradan…
En
içtenlikli dualarının yapıldığı yer neresidir diye soracak olsanız,‘Mabetler’
demeyeceğim… ‘Yoğun bakım üniteleri’ olduğunu söyleyebilirim…
Yoğun
bakım artık hayatımızın bir gerçeği… Aile ortamlarında yatak ölümü
literatürümüzden düştü gibi…
Yoğun
bakımın önü böyleyken, iç tarafta neler yaşanıyor?
Bilinmezliklerle
dolu bir ortamda, araç gereçlerle ve özellikle bol kablolarla tüm vücutları
donatılmış hayatların hazin halleri…Yanlarında aileleri, sevdikleri,
tanıdıkları hiç kimse yok… Son nefeslerini verirken çok sevdiklerine veda bile
edemiyorlar…Gözleri kapıda kalanlar…
Bilinci
açık olanların gözlerinde okunan ümit yitimi…
Kablolu
yaşamların son aşamasında kolu kanadı kırık, eli ayağı tutmayanların hayata
tutunma çabaları…
Yaşam
destek üniteleri ile yeşil bir örtü içerisinde fersiz, dermansız, mecalsiz
bedenlerin umutsuz bekleyişleri…İleri teknoloji ile donatılmış odalarda
teklemeye başlayan kalpler…
Buruna
takılı bir kanül vasıtası ile beslenenler belki de dünyadaki son nasiplerini
tüketiyorlar… Oksijen desteği de nefes almaya çalışanların çırpınışları… Meğer
nefes alıp verebilmek ne büyük bir nimetmiş…Gerçekten dünyalara bedel…
Bize
bir nefes kadar yakın olan ölümü nasıl bu kadar uzak görebiliyoruz, anlamak
mümkün değil!
Geriye
tutunacak tek şey kalıyor: Dua, dua, dua…
‘’Hani o (Eyyüb)Rabbine: Doğrusu bir dert bana
dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.‘’
(Enbiya, 83)
‘’Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.’’(Şuara, 80)