YKS tercih formunu teslim etmeden, bu yazıyı bir oku!
Yüksek Öğrenim Kurumları Sınavı-YKS tercihleri için süre bugün
23.59’da bitiyor.
Adaylara, ailelere, memlekete, insanlık âlemine hayırlı
olsun.
Nüfusa oranla öğrenci sayısında dünyanın ağzını açık bırakan
bir ülkeyiz.
O kadar ki, Sayın Erdoğan, zamanın Almanya Şansölyesi
Merkel’le Şubat 2021’deki görüşmesini anlatırken, “8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var deyince, şöyle bir üff
dedi” cümlesini kullanmıştı.
Üniversite öğrencisi sayısı bakımından Almanya’yı üçe
katlamış durumdayız, evet.
Avrupa Birliği İstatistik Ofisi’nin verilerine göre Türkiye,
sadece Almanya’yı değil, tüm Avrupa ülkelerini geride bırakıyor.
Sekiz küsur milyon.
Yakında, 10 milyonu aşarız..
Toplam nüfusu bu kadar olmayan nice Avrupa Devleti var.
“Çarpıcı” sorum şu:
Üniversite öğrencisi sayısı, önümüzdeki yıllarda da hızla
artsın ve günün birinde nüfusun dörtte birine ulaşsın ister misiniz?
Her dört kişiden biri üniversite öğrencisi olsa mesela…
Hayır, abartmıyorum.
Zira, nüfusumuzun 65 milyon olduğu 2002 yılındaki üniversite
öğrencisi sayımız sadece 1.8 milyon imiş.
Yani her 32 kişiden
biri üniversite öğrencisi imiş.
Şimdi…
Her 10 kişiden biri!
Hızla üniversiteleşiyoruz, çok büyük bir hızla.
Bu bir görüşe göre çok iyi bir şey.
Bir de şurası var tabii:
Her yıl yaklaşık bir milyon üniversite mezunu verirseniz ve
dünyadaki, ülkemizdeki gelişmeler de, önümüzdeki süreçte “işçilik maliyetlerinin” iyice göze batacağını gösterirse…
Bu kadar “istihdam
talebini” nasıl karşılarsınız?
Etrafınızdaki üniversite öğrencilerine “okulu bitirince ne
yapmayı plânladıklarını” sorun…
Büyük ihtimalle “devlet memuru olmak istediklerini”
söyleyeceklerdir.
Sayın Cumhurbaşkanı, gençlerle bir buluşmasında, “Geleceğinizi özel sektörde aramanızı istiyorum”
demişti ama...
Konuya, “Garanti iş,
garanti maaş, garanti izin, garanti diğer haklar” diye bakıyor
gençlerimizin çoğu.
Doğrusu, hiçbirine de “Niye
böyle düşünüyorsun?” diyemiyorum.
Çok idealist “takıldığım”
dönemlerde “Kafese girmektense, ormanlarda
kanat çırparak ölmeyi tercih ederim!” diyordum ama…
Bugün…
Memur olmayı hedefleyen gençlere de bir şey diyemiyorum.
Ne var ki, ne kadar isterlerse istesinler gençlerin oran
olarak çok az bir bölümü Devlet Memuru olabilecek.
Her yıl şu kadar memur al, bu kadar memur al…
Bir dolu “kızaktaki
bürokrat”ın olduğu kamuyu daha ne kadar şişirebilirsiniz?
Her yıl mezun olan ve her yıl da sayısı artan yaklaşık 1
milyon genci nereye yerleştirebilirsiniz?
YETENEK AVCILIĞI
YAPIYORLAR!
Her yıl yaklaşık bir milyon üniversite mezunu !
Bunların oran olarak çok azı Devlet’e kapak atabilecek.
Gerisi…
Bölümlerin çoğu, eğer “araştırma görevlisi”, “akademisyen”
olmak amaçlanmıyorsa, karşılığı olmayan yerler.
Diplomaları büyük ihtimalle pek bir şeye yaramayacak.
Piyasada karşılığı olan bir çok bölümün de mezun sayısı çok
fazla, onlarda da istihdam problemi var.
Bu durumda, piyasaya her yıl yüzbinlerce “iş arayan” çıkıyor demektir.
Bugün asgari ücretle çalışmaya razı olsanız bile,
işverenlerin çoğu “toplam istihdam maliyeti”ni
çok fazla buluyor.
Bunun için de her tercihinin yüzde yüz isabet kaydetmesi
için kılı kırk bin yarıyor.
Diyelim ki, iletişim fakültesi mezunusunuz ve ben de medya
patronuyum.
Bana gelen kişinin iletişim fakültesi mezunu olmasının pek
önemi yoktur, esas olan alanda ne üretebildiğidir.
Lise mezunu da olur, aşağı yukarı hiç fark etmez.
Yani, bir iletişim fakültesi mezunu kendisini çok çok iyi
yetiştirmemişse okuduğu süre içinde, beş yıllık tecrübesi olan lise mezunundan
çok daha gerilerdedir.
Diploması da fazla anlam ifade etmemektedir!
Şunu söylemek istiyorum, tercih sürecinin tamamlandığı bu
güzel günde:
Çok parlak bir talebe (öğrenci değil, talebe!)
olmayacaksanız...
Ders çalışmaya, okuduğunuz alanda kendinizi geliştirmeye çok
çok meraklı değilseniz…
“Acaba, Açık Öğretim
Fakültesi’ne mi gitsem?” seçeneğini de gözden uzak tutmayınız .
“Hem okuyup hem de çalışmanıza imkan verecek” bir başka yer
de olabilir.
Hem okur, hem de çalışırsınız.
Fakülte bittiğinde, mesleğiniz olur!
Boş boş üniversiteye gidip de, ne kendinizi yorun, ne de
gerçekten okumak ve okutmak isteyenleri!..
Üniversiteye haylazlık için gidenler, okumaya niyetli olan
talebelerin ve gayretli hocaların da enerjilerini, morallerini tüketiyorlar
maalesef!
Yani…
Dört yıl daha oku, bir yıl da uzasın beş yıla çıksın…
Yaş 24’e gelsin…
Sonra çık, iş ara…
Toparlayana kadar 30 yaşını geç.
Çok vakit kaybı çok, kaç yıl yaşıyoruz ki şunun şurasında!
Aslında, meseleyi şu “12 yıllık mecburi eğitim” işinin niçin
ve ne kadar büyük bir hata olduğundan bahisle devam ettirmek isterdim ama…
Yerim bu kadar!
Diyorum ki son bölümde...
Okumak istemeyenler...
Üniversiteye hava olsun, muhabbet olsun, vakit geçsin…
Evden uzak kalayım, filan diyerek gidecek olanlar…
Hiç zahmet etmesinler…
Ailelerini de o kadar külfete sokmasınlar.
Bu devirde üniversiteli okutmak hiç de kolay değil.
Hani helâl-i hoş olsun da, kaynaklar boşa gitmese!
Son olarak diyorum ki…
Açık Öğretim fıstık gibi.
Hele açık üniversite;
Git daha fazla gecikmeden mesleği kabiliyetine uygun iyi bir
ustanın yanına…
Allah’ın izniyle dört yılda altın bilezik kolunda!..
Hadi, 12 yıllık eğitimi mecburi yaptılar…
Üniversite de mecburi değil ya!..