Yitiğini arayanların mekânı: Sahaflar Çarşısı
Geçen hafta kaleme aldığımız iki günlük Kapalıçarşı ziyaretimiz okur tarafından ilgiyle takip edildi. Fakat Safahlar Çarşısı’na dair bir satıra dahi yer verilmemesi eleştiri konusu yapıldı.
Yazıya
başlarken en başta demiştik: “Kapalıçarşı
ne kadar anlatılsa, yine de eksik kalır. Bu yüzdendir ki, eksikliklerimiz en
baştan affola.” Bu eleştirilere binaen artık Sahaflar Çarşısı’na bir nebze
de olsa yer vermek boynumuzun borcu oldu.
Buyrun
Sahaflar Çarşısı’na...
***
Kapalıçarşı,
bünyesinde barındırdığı özelliklerin yanı sıra çevresindeki tarihî yapılar ve
ibadet alanlarıyla birlikte bir çeşit külliye vazifesi de görmektedir. Bu
sebeple Kapalıçarşı’nın tarihini çevresindeki eserlerden bağımsız olarak
değerlendirmek yerine çevresindeki yapılarla birlikte bir bütün olarak ele
almak gerekir. Kapalıçarşı’nın etrafında çok sayıda ibadethane, kütüphane, han
ve büyüklü küçüklü çarşılar olmakla birlikte bunlardan bazıları İstanbul
Üniversitesi, Beyazıt Camii, Nuruosmaniye Camii ve Sahaflar Çarşısı bünyesinde
bulunmaktadır.
İstanbul’un
fethinden hemen sonra önemli eğitim kurumlarının tesisiyle birlikte şehirde
kitap
ticareti de
başlamıştır. Osmanlıların ilk payitahtı Bursa’da olduğu gibi, İstanbul’da da
kitap ve kitap üretiminde kullanılan malzemenin ticaretini yapan sahaf,
kâğıtçı, mürekkepçi ve mücellit dükkânları, medreselerin yoğun olarak bulunduğu
bölgelerde konuşlanmıştı. Divanyolu’ndan Edirnekapı’ya kadar uzanan güzergâhın
üstünde ve yakınında çok sayıda eğitim kurumu mevcuttu.
1519 tarihli Ayasofya
Evkafı’na dâir mukataa defterine göre bu tarihte Bedesten’in dışında da
dükkânlar mevcut idiyse de bunlardan sahaflara tahsis edilmiş hiçbir dükkân
mevcut değildi. Kanuni döneminde, 1553 tarihinde İstanbul’a gelen Hans Dernschwam bu çarşıda bulunan bazı
esnaftan söz ederse de sahafları zikretmez. Bundan dolayı Kapalıçarşı’nın ilk
dönemlerinde, daima tekrarlandığı gibi, bir “Sahaflar Çarşısı” olduğunu söylemek mübalağalı olur. Evliya Çelebi (1611-1681),
Kapalıçarşı’daki sahaf dükkânı sayısını 60, sahaflıkla iştigal edenlerin
miktarının da 300 nefer olduğunu beyan etmektedir.
Bunlarla
birlikte Kapalıçarşı’nın bugün pek bilinmeyen, unutulan bir özelliği de
İstanbul’da uzun yıllar belli dükkânlarda yazma kitap ticaretinin yapıldığı yer
olmasıdır. Bu yönüyle Çarşı’nın kültür tarihimizde ayrı bir yeri olduğunu
teslim etmek gerekiyor. Kapalıçarşı’da evvelce İç Bedesten’e komşu bir sokakta
olan Sahaflar, 1894 depreminden ve 2.
Meşrutiyet’ten sonra yavaş yavaş çarşı dışında, Beyazıt Camii yanındaki şimdiki
yerinde Tesbihçiler’e çıkmış, burada üstü açık bir yolun iki tarafında
sıralanan ahşap dükkânlar 1950’li yıllarda yandıktan sonra da bugün görülen
beton kitapçı dükkânları yapılmıştır.
Dolayısıyla bugünkü
Sahaflar Çarşısı’nı Kapalıçarşı’nın bir parçası olarak görmek hiç de yanlış
olmayacaktır. Prof. Dr. İsmail E.
Erünsal’ın, arşiv belgeleri ve şer’iyye sicilleri başta olmak üzere geniş
bir kaynak taraması sonucunda yazdığı “Kapalıçarşı’da
Sahaflık” makalesi, sahaflığın ve kitap ticaretinin Kapalıçarşı dönemiyle
ilgili dikkat çekici bilgiler içermektedir.
Tabii ki,
Kapalıçarşı’ya dönemin en nadide eserlerini, el yazmalarını bulabilmek umuduyla
yolunu düşürenlerin içinde okumayı, okuduğunu ve gördüğünü yazmayı,
yazdıklarıyla gönüllere nakşetmeyi başarabilmiş nice yüce gönüllü münevverler
de vardır.
Kapalıçarşı’yı
seyyahlar uzun uzadıya tasvir ederek anlatır fakat edebiyatçıların dilinden
tanımak, zamanın ruhunu anlamak daha bir başkadır.
Mesela;
Ahmet Rasim’in zamana hapsettiği satıcı seslerini
eşliğinde on yedinci veya on sekizinci yüzyıla hicret edip çarşının
lâbirentinde kaybolması...
Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları”nda ballandıra ballandıra anlattığı 1930’lu
yılların yağmurlu ve soğuk havalarında Emin Efendi Lokantası’nda yemek yedikten
sonra Kapalıçarşı’nın daracık yan sokaklarında gezintileri...
Peyami Safa’nın “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”ndaki karamanı Ferid’in Küllük’ün
önünden geçerken aniden Kapalıçarşı’ya dalışını...
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”unda rol verdiği
Mümtaz’ın Beyazıt Camii’nin yan tarafındaki büyük kestanenin altında
güvercinleri seyreyleyip, Sahaflar’da kitap karıştırdıktan sonra
Kapalıçarşı’nın birdenbire insanı kavrayan loşluğunu ve serinliği teninde duya
duya yürüyüşünü...
Refik Halit Karay’ın Büyük Çarşı’nın zenginlik ve
güzelliklerini anlatıp, Orhan Veli Kanık’ın “Kapalı çarşı diyip de geçme; / Kapalı Çarşı, / Kapalı kutu...”
dizelerini garipliğin imbiğinden geçirerek yaşaya yaşaya satırlara döküşünü...
Kemal Tahir’in, Sezai Karakoç’un Kapalıçarşı’ya dair serdettikleri satırların
ruhlarda oluşturduğu güzelliklerin
hayali cihana değer...