Yılbaşı Ne Zaman Kutlanmalı?
Sabri Hoca, kış geldi mi bir yandan hastalıklar öbür yandan hastalıklı düşüncelerle boğuşurdu. Nitekim bu kış da öyle bir kış. Ve kışın ortasında yeni yıl kutlaması… Hocayı kendi hastalığından çok bu yılbaşı tedirgin ediyordu. Bu kar ve kış, yağmur ve çamur mevsiminde yılbaşı kutlaması olacak gibi değildi. Yılbaşı, yani yılın başı nasıl olur da bu zamanda kutlanılıyordu. Bunu bir bilen varsa sorayım, danışayım diyordu Sabri Hoca. Danıştığı ve sorduğu her kim olduysa da “yılbaşı kutlamak haramdır.” Cevabıyla karşılaşıyordu.
Şimdi bu karakışta Sabri Hoca’yı bir düşünce sarmalı tutmuş bırakmıyordu. Yılbaşını Miladî olarak Ocak’ın birinde kutlamak veya kutlamamak Müslümanlara ne kazandırır ya da ne kaybettirir. Bu soruya Sabri Hoca’nın kendinden verdiği cevap koca bir hiçti. Yani Yılbaşını bir Ocak’ta kutlamak Müslümanlara hiçbir fayda vermediği gibi zarar da vermektedir. Çünkü bir Ocakta kutlanan yılbaşı Müslümanların değil Hristiyanların peygamberi Hz. İsa’nın doğum günüdür. Müslümanların da Hicrî yılbaşısı vardır. Ama bu kameri olduğu için her yıl farklı dönemlere denk geliyor. Bunda da bir hikmet var.
Sabri Hoca, yine de bir alternatif sunuyor. O, eğer yılbaşı Miladî olarak düşünülürse Mart ayının ortalarında Nisan ayı başında kutlanması lazımdı, diyordu. Sabri Hocayı destekleyen tarihçiler ve coğrafya bilginleri de vardı. Fakat onlar da konjonktür’e ayarlanmıştı.
Sabri Hoca evinde kitapları karıştırıyordu. Eline aldığı büyükçe bir kitap aldıydı. Can dostu Muhammed Fuzulî’nin Leyla vü Mecnun kitabıydı bu kitap. Kitabı okurken birden Newton misali bir elma kafasına düşmüştü. Kitapta Mecnun’un, âşık olduğu kız yani Leyla, bir Nevruz günü ailesi ve arkadaşlarıyla kırlara çıkmış piknik yapıyordu. Ve Kays, yani Mecnun elinde bir demet nevruz çiçeğiyle Leyla’nın bulunduğu mekâna yaklaşıyordu…
Kendi kendine dövünüyordu Sabri Hoca. Şimdi nerede o vakitler. Leyla’ya çiçek getirilen mevsimde yılbaşını kutlamak. Ağaçlar dikilirdi o mevsimde şimdi ise kesiliyordu. Keşke o dönemde yaşayıp o dönemde ölseydik de günümüzün bu yılbaşı rezaletlerini görmeyeydik diyordu Sabri Hoca.
Sabri Hoca’ya hak vermemek elde değil. Gerçekten de yılbaşı, bütün Kuzey Yarım Küre’de kutlanan ve Farsça ismiyle Nevruz olan gündü. 21 Mart tarihinde tabiat canlanır. Orta Asya’dan İran ve Mısır’a doğru uzanan geniş bir coğrafyada insanlar; canlanan tabiatı selamlamak için kırlara, bayırlara, ormanlık alanlara hatta yaylalara çıkıp piknik yapmışlar. Orada karlar eriyince ortaya çıkan rengârenk nevruz çiçeklerini toplamışlar. Dağları ve kırları süsleyen bu güzel nevruz çiçeklerini toplamak bir gelenek haline gelmiş. Çocuklar bu çiçekleri anneleri için toplarken genç kızlar ve genç erkekler de hem cinsleri için hediye niyetine toplarlarmış. Nevruz çiçekleri, ince bellerde kemer, narin başlarda taç yapılırdı. Sadece bu kadar mı? Onlar, evimizin başköşesinde güzel vazolarda suya konulur ve her tarafa koku verirlermiş.
Selçuklu Devri, Osmanlı devri hep bu vakitte yeni yıla yeni güne girmiş. Bunu ben değil Koca padişah Sultan dördüncü Murad söylüyor bir beytinde. Kulak verelim sultanımıza.
"Ey gönül, gül devridür vakt-i nev-i Nevruzdur. /Can bağışlayan uğurlu bir demdir."
Hal böyleyken Nevruz bayramımız ve diğer güzel adetlerimiz, bir yandan modernizmin diğer yandan Mecusilerin ateşine kurban gitti.
Sabri Hoca bu hususta ne anlatsa hep aynısı çıkıyor. Ne söylese aynısı oluyor. Ona göre Hristiyanların bayramı Hristiyanlar Müslümanlar da kendi bayramlarını kutlamalıdır. Yılbaşına da gelince Müslümanların özellikle Hz. Ömer döneminde İran coğrafyasına girildiğinde Nevruz Bayramı ve Mihrican Bayramıyla karşılaşmış ama bu bayramları bütünüyle yasaklamamıştı. Çünkü bir toplumun devam eden örf ve âdetini birden ortadan kaldırmak o toplumun İslamiyet’e girilmesine engel teşkil ederdi. İlk etapta Nevruz bayramında yani yeni yılda hediyeleşmek yasaklanmıştı. Nevruz’daki hediyelerin yasaklanması İranlıları olduğundan daha da memnun etmiş ve kafileler halinde İslam’a girmişti.
Sabri Hocaya göre günümüzde yılbaşının bu şekilde kutlanması Hz. İsa’nın doğum gününü kutlayan dindar Hristiyanları da rencide etmektedir. Bu kutlama, tamamen anneler günü, babalar günü, sevgililer gününü kutlama merasimini düzenleyen ve bunu geliştiren tüketim sektörünün bir ürünüdür. Sizce de öyle değil mi?