Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Ocak 2023

Yıl sonu konuşması

Bir ses… Isıtan bir ses... Bir el uzanır, bir kalp titrer. Hava yumuşar. Bir el uzanır, iki dağ yakınlaşır. Bir yıl gider, bir yıl gelir. Bir yıl, bir yol, bir ömür… Bir yıl, bir ömrü gizler.

Yankılanır içinizde acı tatlı ne varsa. Ne yaşanmışsa sizindir. İyi de kötü de sizin. Hüzün de sevinç de sizin. Düşünürsünüz. Nasıl geçti bir yıl, ne aldı benden ve ne verdi bana? Düşünüyoruz ama yine de hesapla olmuyor. Olmuyor! Birden değişen hava, ansızın yağan yağmur. Böyle böyle gelmiyor mu? Beklenmedik olaylarla muhatap olabiliyoruz. Yıkıldığımız kadar ayağa kalktığımız zamanlar da olabiliyor. Bazen ansızın uzaktan sevinçler getiren özlediklerimiz gibi… Toplaya toplaya parçaları bütüne kavuşuyoruz. Bazen de kıra döke ne varsa saçıyoruz. Yine de vazgeçemeyiz, zordur vazgeçmek. Ömrü parçalamak mümkün mü? Ne varsa bize aittir. Ayrılan da kalan da bizim.

Cahit Külebi, “Yılbaşı gecelerinde tasalara boş ver!/ Bilmez misin rüzgâr estikçe/Çiçeklerin kokusu uçar gider./Bilmez misin ağaçlar sallandıkça/Meyveler dökülür yere,/Gün olur yeniden bahar gelir/Dünyamız yeşerir birden bire.” derken içimize umut saçıyordu. Devridaimdir dünya. Evet, değişir, güzelleşir. Yeniden bahar gelir, ömrü olana…

Kış tüm haşmetiyle kaplar dağı taşı. Bahara ne kadar uzak olduğumuzu düşünmez miyiz? İçimize kar yağmıştır. Üşürüz içten içe. Ömür böyle böyle geçer. Bir yılı böyle böyle uğurlarız. Fark etmeyiz ama hepsi ömürdendir. Gider, iz bırakır. Hatıralar birikir, derinlerde, çok derinlerde saklanır. Nazım Hikmet, “Bütün yılbaşı ağaçlarına, bütün ağaçlara, bütün balkonlara, pencerelere, çivilere, hasretlere astım kırmızı sırça topu seni içine koyup/Bağışla beni öleceğim seni bırakıp orda” Nazım, hepimizden bir parça alıp şiirini inşa ediyordu. Hayatın en kenarda kalan yanlarını da ihmal etmeden büyük bir coşkuyla sunuyordu bize şiirini. Ve başka bir şiirinde devam ediyordu bizi anlatmaya: “Ne güzel şey hatırlamak seni:/ bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin/ve saçlarında/vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…/İçimde ikinci bir insan gibidir/seni sevmek saadeti…”

Bir yılı uğurladık. Yeni bir yılı karşıladık. Yeni yıla alışmak zor gibi. Tarihleri yazarken elimiz hep o eski yılı yazacak. Düzelteceğiz. Dalacağız zaman zaman eskiye. Anacağız ne yaşamışsak. Nereye uğramışsak ve kalbimiz nerede kalmışsa o mekâna gideceğiz. Geçmişe sığınmak… Yorulduğumuzda dinlendiğimiz bir yuva olacak güzel hatıralar. Orada buluşacağız. Geçmiş ancak takvimlerde eskir. İçimizde durdukça güzelleşecek. Ne varsa bizimdir, bizdendir. Gönlümüz oradadır. Gönül… Bir ev değil miydi? Samimî kalplerin uğrağı ve sevginin çoğaldığı müstesna evdi gönül. Gönülden yaşanmışsa bir yıl, bir ömür yetmez mi? Yahya Kemal, en güzel hatıraların yerinde durduğunu müjdeliyordu: “Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin: Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;/Mehtâb… iri güller… ve senin en güzel aksin…/Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde!” Hayalen gittiğimiz geçmiş bize neler söylemez ki? Şimdi ardımızda kalan bir yılın başına gitsek. Orada neler neler durur…

Sığınırken hatıralara, geçen bir yılı uğurlamışken, yeni yılı eksilerek karşılamışken, özlemlerim gizliyken, elim üşürken, sözlerim boğazımda düğümlenirken, yavaş yavaş düşerken her şey, sabahın erken saatlerinde sokaklarda çocuklar uykulu gözlerle servislere koşarken, trafik boğarken, ırmaklar sessiz sessiz akarken, yapraklar sararmışken, denizler bana uzakken, gelip deniz olmuştun… Oktay Rifat Horozcu “Gün Sonu Konuşması” isimli şiirinde tam da bizi anlatmıyor mu? Ben de yıl sonu konuşmasını yapıyorum. “Çünkü hatıralar kuşlar gibi/Dal ister konacak/Bir gün yaslanmak istesen pencereye/Diz çökmek istesen nafile/İş işten geçmiş olacak.”