Yıkılmışlıklar çağı
Diyarbakır’da
Sezai Karakoç Sempozyumu münasebetiyle üstadın doğduğu şehir Ergani’ye de
gitmiştik. Ergani’de şairin çocukluğunda bu dağa çıktığı, oradaki mağaralarda,
sarnıçlarda tefekküre daldığı Makam/Zülküfül Dağına çıkmıştık. Orada Ergani
kaymakamlığının ikramları sonrası sempozyum değerlendirme ve bitiş konuşmaları
yapılmıştı. Sezai Karakoç’un yakın dostları birer konuşma yapmışlardı.
Bu konuşmalar
arasında Temel Hazıroğlu hocamızın anlattığı, Daha doğrusu Sezai Karakoç’un
hatıratında da zikrettiği “Yıkılmışlıklar çağından” bahsetmişti. Hazıroğlu,
aslında Sezai Karakoç’un yıkılmışlıklar çağını sempozyumda tebliğ olarak da
sunmuş. Fakat sempozyum, ayrı ayrı salonlarda olduğu için çoğumuz bu bildiriyi
dinleme imkanı bulmamıştık.
Temel
Hazıroğlu, Sezai Karakoç üstadın yıkılmışlıklar çağını, dörde ayırıyordu. Bu
yıkılmışlıkların ilki, Birinci Dünya Savaşı’nın etkilerinin henüz devam ettiği
ve İkinci Dünya Savaşı’nın arifesindeki çağın yıkılmışlığıdır. İkincisi; devletin,
ülkenin, milletin ve toplumun yıkılmışlığıdır. Osmanlı Devleti yıkılmış, yeni
kurulan devlet ise henüz on yaşındadır. Sezai Karakoç, savaşın ve devrimlerin
ezdiği hayat ve toplumdaki yıkılmışlığının uzantısında doğar.
Üçüncü yıkılmışlık ise çok eski bir yerleşim yeri
olan Ergani şehrinin yıkılışıdır. Çağın değişimi ve beraberinde getirdiği büyük
yıkım, devletin çöküşü ve buna bağlı olarak geleneksel hayatın yıkılışı, tarihî
Ergani şehrinin yıkılışı ve savaşın doğurduğu toplumsal yıkılmışlığın ailesine
yansıması da dördüncü yıkımdır.
Eski Ergani'nin
yıkılışı ve birçok aile gibi o zamanlarda yaşanan çalkantılardan etkilenen
Karakoç ailesinin içine girdiği kriz birbirine paralel yıkılmışlıkları anlatır.
Karakoç, çağın, mekânın, insanın ve cemiyyetin yıkılışını birbirine bağlı
yıkılmışlıklar olarak görür.
Karakoç, yıkılmışlıklar çağına dair hatıratından
sonra Ergani'nin dünyanın eski yerleşim
alanlarından olduğuna dikkat çeker ve şehri şöyle anlatır: "Daha çok
Müslümanların yaşadığı anlaşılan bu şehir, Abbasiler devrinde ve hele hele
Selçuklular döneminde tam Müslüman şehri kimliğini sürdürmüş,
kesinleştirmiştir. Daha sonra Akkoyunluların, sonra da Osmanlıların şehri olan
Ergani, zamanla kalenin hemen eteğine taşmış; böylece kale mahallesi ve Ergani
diye adeta iki parçalı bir yapı göstermiştir. Meşrutiyetten sonra ise, o Ergani
de terkedilmiş, dağın eteğinde yeni bir Ergani doğmuştur."
Sezai Karakoç
henüz bir iki yaşlarındayken ailesi Ergani’den Maden’e taşınır. Karakoç tıpkı Ahmet
Hamdi Tanpınar gibi çok küçük yaşlarda ilk sanat algılarını yaklaşık üç yıl
kaldıkları Maden’de aldığını dile getirir. 1937 yılında ailesi Maden’den tekrar
Ergani’ye döner. Ergani bir sancak merkezi Maden de buranın kazasıydı. İlginçtir
Ziya Gökalp da son Osmanlı meclisine mebus (milletvekili) olarak seçildiğinde
Ergani Madeni Mebusu olarak yerini alır. Bazen de Diyar-ı Bekir mebusu olarak
kayıtlarda zikredilir. Tanpınar’ın
hatıralarında da Ergani Madeni demesinin sebebi buymuş. Yani Sezai Karakoç’un
ailesi büyük bir şehirden kasabaya gitmişti.
Eski Ergani;
Makam Dağının tepesine kurulmuştu. Oradaki sarnıçlar, su kuyuları bunun bir
göstergesi. Zamanla tepede yer kalmayınca kalenin eteğine evler kurulmuş.
Cumhuriyet döneminde ise ovada bir şehir kurulmuş. Buraya bir müddet Osmaniye
denilmişse de Adana-Osmaniyyesi ile karışıklık olmasın diye ovadaki şehir ismi
Ergani olmuş ve Makam dağındaki evler yıkılıp oradaki aileler ovaya zorunlu
iskâna tabi tutulmuştu. Burada kendine bir ev yapamayan aileler çevre köy ve
kasabalara dağılmıştı. Karakoç ailesi de bunlardan biriydi.