Yetkin düşünce: Dil ve Söylem
Bugün iletişimin çok farklı kanallardan ve
hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi, eskisinden farklı olarak söylemlerin
içeriği kadar dil ve üslubun bizzat kendisinin de çok farklı insan grupları ve
tabakalarında anında takip edilmesi ve cevap verilmesi varolan sorunların daha
yoğun bir şekilde faş olmasını sonuçlamaktadır.
İçinde yaşadığımız ortamda giderek bir
kutuplaşma dilinin hakim olmaya başladığını görmekteyiz. Kimileri bundan uzak
dursa da, mensubiyetler başta olmak üzere bakış açısı, dünya görüşü ve çelişen
menfaatler sebebiyle bu dil ve üslubun, sosyal medya başta olmak üzere iletişim
kanallarında da izlenebileceği üzere toplumsal hasarları da artık daha net
açığa çıkmaya başlamıştır.
Elbette toplumsal yaşamın içinde insanlar
arası rekabet bir gerçekliktir. Fakat rekabetin sürdürüleceği zeminin ilkeleri
belirlendiğinde, bunun bir centilmenlik ve kurallar çerçevesinde işlemesi
beklenebilir. Fakat kutuplaşan dil ve söylemler söz konusu olduğunda, toplamda
ülkenin kar hanesine yazılacak olanların da azalması söz konusu olacaktır.
Yetkin Düşünce dergisi bu sorunların farkındalığıyla 14.
sayısını “Söylemden Eyleme Dil Problemi” başlığıyla yayımladı. Bu sayıda
ilahiyatın dili, İslamcılığın dili, felsefenin dili, 1980’lerden sonra
yaygınlaşan liberal söylem, sinema dili, medya ve sosyal medyanın dili temel
problemler olarak analiz edildi. Yine toplum olarak niçin konuşulamadığı da
özel bir yazının konusu oldu. Bu bağlamda yazıların kendi içinde siyasal,
ekonomik, toplumsal, kültürel dil ve söylemlerin temel problemlerine değinilmektedir.
Her şeyden önce toplum olarak problemler
üzerinde konuşamıyor olmamız ciddi bir sorundur. Hangi mesele olursa olsun,
hemen tarafgirliklerin devreye girerek tamamen duygusal bir çatışma diline
dönüşümden dolayı, sorunlar tartışılmadan ortada kalıyor ve günün sonunda ne
çözüme dair bir öneri çıkıyor ne de sorun hallediliyor.
Özellikle sosyal medya kullanıcılarının
“şunlara nasıl cevap verdik ama?”, “konuşamadılar bile” şeklindeki dil ve
söylemlerin giderek önüne veya sonuna eklenen hakeratamiz ifadelerle birlikte
taraflar arasında gidip gelmesiyle herşey sıfır toplumla bir oyuna
dönüşmektedir. Bu durum ileri boyutta formlaşan söylemler üzerinden
taraftarlıklar üreterek bir müddet sonra konuşmayı da kilitlemektedir.
Zira böyle bir söylem ve dil, ne söylerseniz
sizi bir tarafa yerleştirdiği için sorunlar rasyonel ve akılcı bir temelde
tartışılamıyor bile. Üniversiteler de böyle bir hengamenin içinde
sorunlara müdahil olmaktan çekiniyor
görünmektedirler. Halbuki son dönemde Türkiye’nin yaşadığı bütün sorunların
lehte ve aleyhte görüşlerle üniversiteler içinde tartışılması gerekiyordu.
Burada
özellikle en alttan başlayarak en üste kadar tüm toplumsal tabakalarda “akılcı”
yönsemelerin yerini irrasyonaliteye doğru terkettiği görülmektedir. Öte yandan
farklı fikirlerin aklı başında ve ağır tartışmalarına da asla izin verilmediği
bir temellük durumu söz konusu. Ortaya çıkan yargıların ve önerilerin
gerekçelerini dinlemeye ihtiyaç duymadan, farklı fikirlerin özgürlüğüne saygı
göstermeksizin etiketlemeye kalkmak artık sıradan bir davranış oldu. Tartışmaksızın
onay istenen her şey, adına ister “bilimsel görüş”, isterse “dini görüş” deyin,
neticede sesi daha çok çıkan lehine bir “credo”ya dönüşüyor. İşin ilginç yanı
bu durum, aklı toplumdan da istisna ederek bağnazlığı yaygınlaştırıyor.
Bu
söylem ve dil ile problemleri çözme şansımız yok. Üzücü olan; günün sonunda
ülke için pozitif girdilerden daha çok negatif çıktıların belirginlik kazandığı
bir muhasebe varlığını belirginleştiriyor.