Yetimlik mi? Yetmezlik mi?
Nerede bir sıkıntı ve meşakkat görülse, insanlar hemen şöyle yapılsaydı bu olmazdı gibisinden eleştirileri ve kendince akıl vermeleri sıralayıp durur. Etrafımızda sayısını bilmediğimiz bu türden akıl vericilere aynı konuda bir çözümünün olup olmadığı sorulsa veya ne yapmamızı tavsiye edersin denecek olsa, hemen dut yemiş bülbüle döner. Bu gibiler “benim vazifem sadece söylemek, çareyi de onlar bulsun” diyerek kestirmeden köşeden sıvışırlar. Oysa gelişi güzel konuşmak nefse hoş gelse de, insanın nefsine hâkim olması gerekir. Zira söylenen her bir söz, Allah katında bir sorumluluk doğurur. Peygamber efendimiz: “Ya hayırlı bir şey konuş. Ya da sükût et” buyurmuştur. Öyleyse sözlerimizin bir anlamı ve yapıcılığı olmalı, fitneye ve fücura kapı aralamamalıdır. Bu ilke evrenseldir. Çünkü sorumsuzca söylenen basit bir söz bile önü alınmaz fitnelere yol açabilir. Hele de günümüzde bu tehlike çok daha büyüktür. İletişim ağlarının gelişmişliği, çeşitliliği ve kimin hangi amaçla bu mecraları kullandığını bilmek neredeyse imkânsız hale geldiği için, çok daha ölçülü ve hassas davranmak durumundayız. Maalesef İslam dünyası tarihindeki en sıkıntılı dönemlerinden birisini daha yaşamaktadır. Bu dönemlerde Müslümanların her zamankinden daha fazla kenetlenmeye, birbirlerine karşı iyi niyet beslemeye ve sosyal mecralardan gelen belirsiz ve hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen güvensiz haber veya dalgalandırmalara aldanarak birbirlerini hırpalamaya girişmemeleri gerekir.
Kabul etmek gerekir ki, İslam dünyasında sürekli düşman saldırıları
sebebiyle yıkımlar ve felaketler artmakta. Yetimlik ve yoksulluklar artmakta.
Daha pek çok devasa sorun oluşmakta. Ama bu enkazı ortadan kaldıracak olan yine
İslam dünyasının kendisidir. İslam düşmanları beldelerimizi yıkıp tarumar etse
de buraları imar edecek olanlar yine bizleriz. Bu nedenle bir yandan
yetimlerimiz, yoksullarımız ve çaresizliğimiz artarken öte yandan Müslümanların
ellerinden bir şey gelip gelmediğini hesaba katmadan onları gamsız,
vurdumduymaz ve kendinden başkasını düşünmeyen bencil varlıklar gibi göstermek
doğru olmasa gerektir. Çünkü ortada bir hakikat var: İslam dünyasında sürekli
artan yetimlik. Ama bir başka hakikat daha var; o da kendine ve diğer Müslüman
kardeşlerine yetmezlik. Bu gün için görüntü böyledir. Fakat Müslüman
ümitsizliğe kapılmaz. Onun için zevkler de kederler de geçicidir. Bu dünya bir
imtihan yeridir ve sonunda kazananlar Allah’a dayanan ve güvenenlerdir.
Ben Müslüman toplumların hele de ülkemiz insanının bir sıkıntı, felaket
veya sefalet karşısında duyarsız kaldığına hiç şahit olmadım. Hele de ülkemiz
insanı ve yöneticileri her daim iyiliğin öncüsü olmuştur. Din, dil, ırk ve
coğrafya farkı gözetmeksizin mazlum ve mağdura sadece insan gözüyle bakmış ve
insanı içinde bulunduğu sıkıntıdan çekip çıkarmaya çalışmıştır. Elinden gelen
olağanüstü gayreti gösterdiği konusunda şahsen benim hüsnü şehadetim var. Ama
imkân ve güç ölçüsünde ancak bir şeye yetişirsin. Ve maalesef her şeye yetecek
güç ve takatimiz olmayabiliyor. Bize düşen vazifeleri kısa vadeli düşünmemek
gerekir. Bugün yapılacaklar yanında yarınlarda yapmamız gerekenlerin hepsi
birer imtihanımızdır. Hele de ümmetin ümidini, hayatını, mekânlarını ayağa kaldırmak,
yetimlerin gözyaşını dindirmek. Ümmeti uzun soluklu bir görev ve imtihan
bekliyor. Belki bugün yetimin gözyaşını silmeye yetemiyoruz ama asla pes
etmiyoruz. Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed
bizimdir.