Yeter, yeter ki yetti yitikliğimiz.
Zaman, sarhoş edip baş döndürürcesine hızla akıp geçerken ve ömür sermayesi saman alevi misali yanıp kül olurken, biz ne yapıyoruz. Biz nereye gidiyoruz. Derdimiz ne, derman kimde. Gençliğimiz ne uğruna tükeniyor. Hangi hayalimiz için ter döküyoruz. En değerli emelimiz ne. Ufkumuzu ne süslüyor. Hangi gayenin ikbaliyle sevdalıyız. Kalbimiz neyin esaretinde, nabız ne uğurda atıyor.
Gerçeklere ve hakikate olan talebimiz nerde. Kendimize hangi sözleri verdik dik durmak için. Hakkı haykırmak için ne bedeller ödedik. Hakikate ulaşmak için kaç yılımızı ya da kaç nefesimizi verdik. Biz kimiz, hiç sorduk mu benliğimize. Maksatlarımızın ne kadar da fani olduğu gerçeğiyle kaç defa yüzleştik. Kaç defa ürperdik varoluş imtihanı karşısında.
Esaretine köle olduğumuz isteklerimiz bize hangi mutluluğu verdi. Saadeti, taksitlerini bitireceğimiz bir katın gölgesinde arayınca mutlu olduk mu. Bizi hangi madde bahtiyar etmeye yetti. Modelini yükselttiğimiz araç can sıkıcı hallerimize çare oldu mu, buram buram bunalımdan kuratarıp bizi ne rahatlattı, preslenen ruhumuzu, daralan kalbimizi, sararan gönlümüzü hangi fani istek felaha kavuşturmaya yetti. Sana soruyorum ey kalp, kendine gel ya gönül, suallerim sanadır, sorgularım sana.
Ne olmuş bize ki böyle kaskatı kesilmiş basiretimiz, ferasetimizin tutsaklığını neyle azad edeceğiz. İdrak etme melekemizin köküne kim kireç suyu döktü. Boynu bükük duran biz, bize ne oldu öyle böyle.
Göğün kalbine hançer saplanmışçasına üstümüze gelen felaketlerin anlamı ne. Bir asır bir gıdım mutluluk dilencisi olan insanın kaybettiği insanlığının tanımı ne. Durmadan üstümüze yağan şu derdin dermanı ne.
İnsan nereye. Bu gidiş nereye. Günde bin defa sormamız icap eden gerçeklere sırtımızı dönüşümüz neyin alameti, akıbet ne. Fıtrata isyanımız neyin belirtisi. Aslına rücü eden denilen dönüş ne zaman.
Hiç ölmeyecekmiş rolündeki sahnenin figüranı, ‘‘küçük dağları yaratan’’ riyanın aslanı kim. Bu model kim, bu rol kimin. Sen kim, ben kim, benlik kim. Maksat ne.
Garip bir hayret şu halimizin tespiti. Sonsuzluk neşesini üç günün üç kuruşuna değişme zekası ne biçim akılsızlık. Ebediyyet lezzetini öteleyen körlük ne biçim bahtsızlık, kendimize çizdiğimiz kaderin bahtsızlığı.
Dinin yarısı olan insafa ne yaptık. İzanın izahsızlığı için fazladan gayrete gerek yoktu. İki bakış, iki gönül ve tek kelam: aşk, neyimize yetmedi. İki çay iki simit ve bir evren doygunluğu o bakıştan nasıl da haz almadık. Varlığının tekliğine ettiğimiz şehadet doyurmadı mı ya ey.
Yara aldık tüm insanlık. Her an ruhumuz bombalanırken yaralandık bütün varlık.
Bir dermanı olmalı yorgunluğumuzun. Bir iştahı olmalı doyumsuzluğumuzun. Bir durağı olmalı vurdum duymazlığımızın. Bir tarifi olmalı halimizin halsizliğinin. Nerde bu tabir. Nerdedir izahsızlığımızın izahı. Neydendir, nedendir bu biçare yaşamın ahı…
Ümit inkılabına gebeyiz. Nurlu bir devrimin evrimiyle devirmeli içimizin en içine saklanan putları, madde diye meylettiğimiz tağutları, köle olunan menfaat haydutları, devirmeli. Mananın devriminde dirilecek o en kutsi anıt. Yüreğimizde yeşerecek o nur, o nur İlahi tek kanıt. Yeter, yeter ki yetti yitikliğimiz.