Yeşerme
Baharı kim sevmez? Tam bitti derken yeniden başlayanı, umutlar tükendiğinde selam verip yeniden hayata döndüreni kim sevmez?.. Kim sevmez; güzün bulamaca çevirdiği, kışın dondurup kaskatı ettiği ölüm göstergelerine göz açtıranı, yeniden başlayanı, yeniden başlatanı?.. Toprağın altındaki ölü çekirdeğin gümbürtüyle çatlayışını, ortadan ikiye yarılıp yepyeni bir dünyayı haber verişini kim sevmez? Ve sonra gövde dallara durur, dallar yaprakları kuşanır, yapraklar tebessümle tomurcuğu... Tomurcuk da patlar üstelik, fışkırır dal uçlarında ve her patlama bitirir bir çürümeyi ve her patlama başlatır bir yeşertiyi…
Yeşerme; toprağın altına düşmüş, karanlıkta kaskatı bekleyen sert çekirdek kabuğunun umutsuzluğu yenilgiye uğratan parçalanmasıdır. Parçalanma bir hafiflemedir, bir fazlalıkları atma, bir silkinip kendine gelme, kendine bakma, kendini görerek kendinde olma… Işığın karanlığı ortadan ikiye yararak silikleştirmesi, hatta yerinden etmesidir yeşerme; hayatın yeniden başlamasıdır… Dibe vuranın kendine gelişi, bitiş çizgisinin başlangıca dönüşüdür. Büyük patlamanın küçük örneği, bütün patlamaların çiçek halidir. Baharı kim sevmez, nisanı kim sevmez, insanı kim sevmez; yeniden başlatanı, tam bitti derken?.. Bütün yeşertiler bir meydan okumadır çürümeye bu bakımdan, bütün göğertiler ayaklarının altına alarak yerin dibine gömer bozulmaları, kokuşmaları, çürümeleri topyekün…
Donukluğun akışkanlığa, sessizliğin gürültüye evrilmesidir yeşerme. Ve gürültü ritme ve ritim armoniye dönüşür yeşermenin elinde. Ve buzları çözülür dağların ve ayak sesidir yeşerti, toprak uyandıran bulutların. Bulut maviye yaklaşır, yağmur çimene dokunur, çimen suyun ayaklarında dolaşır, su ırmağa, ırmak denize ulaşır… Bir tutkudur yeşerti, bir akış, bir sevme, bir bağlanış… Şeffaflığın yerini severek bırakmasıdır renklere… Siyah beyaza döner, beyaz maviye yeşertinin ellerinde… Ve mavi dokunur kahverengiye ve kahverengi ansızın yeşil… Sonra başlar doğanın dansı, sonra sahnededir artık yaşamın bin türlü harikası…
Çürümeyle aldığını, yeşertiyle verir Tanrı. Bozulmayla başlayan bela, kokuşmayla yükselen öfke, çürümeyle kabaran gazap ansızın rahmete bırakır yerini. Belanın yerini baht doldurur, öfkenin sırasını coşku alır, gazabın yerini merhamet… Yeşerme bir lutüftur, Tanrı’nın doğaya üflediği nefes… Şeffaf aynada rengarenk siluetler… İnsanın insana, insanın doğaya, doğanın insana tebessümü… Ve tam oradan yol bulur kendine hayat ve tam oradan başını göğe yükseltir yürek ve tam oradan boynunu kırar umut, umutsuzluğun… Ve tam orasıdır yaşam ile sevincin kucaklaştığı yer.
Çürüme kendini hep sona saklar ama yeşerti onun tahtına son verir, çürümeyi bekleyen kaderdir bu... Şafağı görünce kuyruğunu kısıp sessizce köşesine çekilen karanlık gibi çürüme de yeşertinin ayak seslerini duyar duymaz yanına bozulmayı, kokuşmayı alarak sahneyi terk eder. Çürümenin tek güzel tarafı yeşertiyi haber verişidir. Bütün o çürüme kokuları arasından, bütün o bitmişlik görüntülerini inkar edercesine bir gün ansızın devran çekirdeği çatlar, bir filiz başını göğe yükseltir ve yeniden hayat başlar… Hayatın başladığı yerde durur yeşerti. Hayatın ve oluşun… Belki biraz da bu yüzdendir ayağa kalkmak için düşme gereği, belki biraz da bu yüzdendir göğün toprağı selamlayışı ve bulut gelir ve rahmet iner ve zulüm merhametle yer değiştirir ve bütün bunların arasından, bütün bunların eseri bulut yere üfler, buğu kaskatı topraktan fışkırtır yeşertiyi, güneş çimenin içine girer…
Yer kabuğunun derinlerinde, en uzak karanlıklarında çürümenin ateş hali dönüp durur insanın derinlerindeki hırs gibi, bozulma denir adına. Sıcaklığını bir yukarı katmana ulaştırır kapkara kömürdür kokuşma, bir balçıktır hemen üstündeki çürüme, bir çamur deryası ve en yukarıda, göğün yanı başında buğusuyla süsler toprağı çimen, yeşertidir bütün bunların özene bezene biriktirip bıraktığı göğün hemen altına… Her doğuşun gerisinde bir kaos vardır; varoluş, emeğin meyvesidir bu bakımdan. Ve biraz da balçıktır anne karnı, biraz da ekşime ama oradan, tam da oradan, batından çıkar insan, bağırsakların arasından süzülür, tutunur hayata… Her doğum, biraz da yeşerti…
Çürüme belki de mucizedir bir tarafıyla… Yoklukla varlığın yer değiştirme akçesi… Yokluğun üzerine inşa edilmiş varlık binasının temeli... Çürüme; varlığın, zaman suyundan içmesidir bir bakıma; zamanın kirli suyundan, kaynağından uzak, aşağıdan bir yerden, sayısız müzahrefat karışmış yerinden içilen suyun midede yarattığı bulantının adıdır bir başka bakıma. Ve ama varlık yokluktan o kadar yukarıda, rahmet gazaptan o derece ötede ki bu bitiş noktasını tek bir hamleyle başlangıca çevirir. Ölümün bu vadisinden sayısız dirim çiçeği yeşertir. Öyle ki bütün yeşertiler zamanın ölü noktalarından yol bulup göğe yükseltir kendini. Bataklık yoksa nilüfer de yoktur, bağırsak yoksa insan da yoktur… Ölüm, hayatın trampleninden başka nedir ki? Ve nedir hayat, ölü dokulara üflenmiş rahmet nefesinden başka?..
Toplumlar bozulur, evet, kokuşur ve çürür toplumlar... Ama yeşerti her daim hazır bekler toplumun nabzında. İnsandan başlayarak atmosfere karışan yaratıcı hamle nefesten nefese dolaşarak bütün göğü hayat buğusuyla buluşturur. Bozulan organlar çalışmaya başlar, bayıltan kokular mis gibi yalayıp geçer gözenekleri, çürüyen damarlar bembeyaz uçlarla yeniler kendilerini, yeşerti umutsuzluğun boynunu kıran umut adlı süvarinin, insanın ve insanlığın bir yerlerinde hep hazır, hep tetikte bekleyen geleceğidir de o yüzden. O yüzden, o yüzdendir ki burada ya da orada, bozanlar hep yenilecek, kokuşturanlar ve çürütenler hep yenilecek yapanlara, tahkim edenlere ve yeniden başlayanlara… O yüzden, o yüzdendir ki umut hep umutsuzluğun bir adım önünde, geride kalsa bile yoluna kaldığı yerden devam edecek yorulmaz bir yolcudur…
Böyledir ve hep böyle olmuştur. Bazı topraklarda gecikir belki bahar ama gelir, mutlaka gelir, gözlerinizi yere değil göğe çevirin… Baharı toprak değil çünkü bulutlar getirir…