Dolar (USD)
35.48
Euro (EUR)
36.36
Gram Altın
3038.08
BIST 100
9733.17
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 May 2020

Yeryüzü Okulu

Eğitim sürekli yenilik isteyen bir alan. Teknolojik gelişimlere ilave olarak yeni felsefî yaklaşımlar ve pedagojik metotlar da dikkat çekiyor. Evrensel anlayışları takip etmek yetmiyor, yerli ve millî kimliği inşa eden metotları da ihmal etmemek gerekiyor. Salgında okulların kapanmasıyla birlikte başlayan süreçte yeni metotlar geliştirilmeye mesai harcanıyor ancak sadece teknolojik imkânlar ve internetten yararlanılıyor. Peki, başka bir çıkış yolu bulunabilir mi?

Uzaktan eğitim adı verdiğimiz ve çoğunlukla görüntülü konuşma programları aracılığıyla yürütülen öğretim faaliyetlerini başka bir düzlemde gerçekleştirmek mümkün müdür? Gelin bunu biraz düşünelim. İnsanoğlu var olduğu günden beri bir eğitim, eski ifadelerle “talim ve terbiye” faaliyetiyle muhatap. Yüce Yaratıcı’nın her varlığı bir nizam içinde yarattığını ve onu belli bir nizama tabi kıldığını biliyoruz. Allah’ın dışında ne varsa her şey yaratılmıştır, mahlûktur. Kâinat da öyledir, bir nizam içindedir. İnsan ise yaratılmışlar içinde en mükemmelidir. Mükemmel bir surette yaratılan insanın bu mükemmeliyeti koruması, sürdürmesi, yayması ve edindiği kültürü aktarabilmesi için ilim ve irfana uyması gerekir. İnsanın bu vasıflarla mücehhez olduğunu biliyoruz ama insan bu nizamın dışına çıkabiliyor, yolundan sapabiliyor, insan olduğunu ve sorumluluğunu ihmal edebiliyor, unutabiliyor. Bu sebeple de insanoğlu için peygamberler gelmiştir. Peygamberler; iyiliği, güzelliği, doğruyu, yanlışı hatırlatmışlar, tebliğ vazifesinde bulunmuşlardır. Yeryüzünün öğretmenleridir peygamberler. Yeryüzü de okuldur.

Salgın sürecinde herkes evine döndü, evler okul oldu. Eğitim aslında içimizde başlamalıdır. Her doğru ve yararlı bilgi içimize atılan bir tohumdur. Onun yeşermesi, filizlenmesi ise tabi olunan eğitime bağlıdır. Okullarda resmî bir formla yürütülen eğitim-öğretimden beklenen davranışlar da yine belli forma uygun olmalıdır. Şayet bu formun dışına çıkılırsa egemen gücün de kontrolünün dışına çıkılacağı endişesi hâkim olur. İşte, tam da bu durumda dıştan bir müdahale gelir. Müdahaleci bir eğitim anlayışında özgün ve özgür olunamayacağı için de tam kişilik tekâmülü gerçekleşmez. Belli bir kalıba uygun insan yetiştirilmesi amaçlanır. Suyun akışına izin verilmez, bir kap içinde şekil alması hedeflenir. İnsan yetiştirme politikamız böyle bir şeydir. Devletçi anlayışı ikame etmektir. Elbette her birey, devleti ve milletinin faydasına işler yapmalı, kültürünü, tarihini, edebiyatını, sanatını öğrenmeli ama sadece var olana tabi olmak, geleneği olduğu gibi yüklenmek ancak hamallıktır. Her birey edindiği kültürü geliştirme, yayma ve daha yukarılara taşıma amacında da olmalıdır. Bilimsel akıl bunu gerektirir.

Katı devletçi ve sınırları çizilmiş eğitim anlayışında bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerine fırsat doğmaz. Bilimden sanata kadar her alanda bireylere özgü alanlar olmalıdır. Yani suyun bir kaba doldurulması ve kabın şeklini almasını beklemek doğru değildir. Eğitim öğretimde birliği sağlamak, fırsat eşitliğini oluşturmak gibi düşüncelerle ne yazık ki her bireyin biricik olduğu gerçeği ihmal edildi. Herkesin önüne aynı müfredat konuldu, aynı şeyleri ezberlememiz istenildi. Kabiliyetler göz önünde bulundurulmadı. Farklı düşünceye sahip öğrenciler genellikle ilginç görüldü, bazen de dikkate alınmadı, dikkate alınmadığı gibi dalga konusu bile oldu. Burada üstün zekâ gibi son derece ucu açık bir konuyu ve tespitinde kullanılan ölçütlerin ne kadar isabetli sonuçlar verdiğini de tartışmak istemiyorum. Çok çalışarak başarılı olan ve kıvrak zekâya sahip olamayan nice insan da vardır. Söylemek istediğimiz şey, bireylerin kendilerini keşfetmelerine imkân sağlamak, mutlu olacakları alanlara, mesleklere yöneltmek ve en önemlisi de alanlarında üretim yapabilmelerini sağlamaktır. Ne kadar üstün zekâya ve imkâna sahip olduğunuzdan ziyade alanınızda ne ürettiğiniz önemlidir. Üretileni kullanmak, bizi tüketim toplumuna dönüştürdü. Tüketim toplumu demek, üretenlerin pazarı demektir.

Yeni normal denilen süreçte eğitim anlayışımızda da muhakkak değişimler olacaktır. Sadece evlerimiz değil, tüm yeryüzünü okul gibi kullanmak gerekecektir. Evet, bu süreçte okullar riskli ortamlardır. Bize yeni okullar lazım. Sınıflarımızı dağlara, ovalara, ırmak kenarlarına, tarlalara ve uzun yollara taşıyabiliriz. Sadece oturarak değil, yürüyerek de eğitim öğretim yapılabilir. Aristo’nun kurduğu ve geliştirdiği “peripatetik” ekolünü hatırlamakta fayda var. Aristo, derslerini ağaçlık ve ormanlık alanlarda yürüyerek yapıyordu. Aristo’nun okuluna, kurulduğu şehirden dolayı önce Lykeion okulu denilmiş ki günümüzdeki “lise” kelimesinin de kökenini oluşturmaktadır. Daha sonra bu okula “Peripatos Okulu” denilmiştir.

Eğitimde tecrübesi olan milletiz, büyük bir medeniyete sahibiz. Medreselerde yapılan birebir eğitimden başlayarak faydalanabileceğimiz yok yöntem vardır. Kalabalık sınıflar, tip projelerle yapılan ve çocukları bir kalıba sokmayı amaçlayan eğitim anlayışını terk etmek mecburiyetindeyiz. Biz istemesek bile “koronavirüs” buna, bizi zorlayacaktır. Yeryüzünü okul bilmeliyiz.