Yer küredeki kulağımız, gökyüzündeki gözümüz: Kandilli Rasathanesi
SABRİ GÜLTEKİN
Herkes bir taraftan gözünü uzaya
dikmişken, diğer taraftan hayatımıza Metaverse
(Evren Ötesi) kavaramı girdi. İnsanlar, sanal evren olarak tanımlanan Metaverse
evreninde eğitimden sağlığa, ekonomiden siyasete, modadan sanata yatırım
yaparak milyon dolarlık arsalar kapatmaya başladı.
Birileri “koş vatandaş koş, bu fırsat kaçmaz” derken, birileri “Aklınızı başınıza devşirin. Dimyat’a
pirince giderken evinizdeki bulgurdan olmayın” diye uyarıyor...
Kime inanacağımızı şaşırdık!..
Oysa bundan bir buçuk asır evvel,
hayat da, hayaller de bambaşkaydı!..
Nereden nereye...
Mesela Türkiye’de uzaya ve gök bilimine
dair sonsuzluk penceresine açılan bir rasathanemiz vardı. Adı da Kandilli Rasathanesi’ydi. Kandilli
Rasathanesi, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında kurulmuş, ilk çalışmalara
alafranga bir kurum olarak Beyoğlu’nda başlanmış ve 1910 yılında İcadiye Tepesi,
Çengelköy ile Vaniköy arasında, Boğaz kıyısının en yüksek rakımlı tepesindeki
Kandilli’ye taşınmış. O dönemin bütün rasathaneleri gibi gökyüzünden yer
altına, atmosferden deniz diplerine kadar hemen hemen türlü küresel olay ile
ilgilenilmiş. Rasathane, kurumsal gelişme açısından en büyük ivmeyi,
Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçiş ile başlayan 30-40 yıllık zaman diliminde
yaşamış.
***
Prof. Dr. Mustafa Aktar, Rasathane ile Bilimde Yüz Elli Yıl
isimli eseri kaleme alırken oldukça geniş kaynak taraması yaparak, konunun
meraklılarına muazzam bir perspektif sunmuş.
Kendisi de uzun yıllar Boğaziçi
Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nde araştırmacı olarak görev yapan Prof. Dr.
Mustafa Aktar’ın yararlandığı kaynaklar arasında astronomi ve jeofizik gibi
alanlardaki bilimsel yayınlar olduğu gibi, kurum arşivleri ve gazeteler de
önemli bir yer tutmuş. Osmanlı dönemindeki Rasathane-i Âmire için en önemli
kaynak olan Devlet Arşivleri bağlamında, Prof. Dr. Ali Akyıldız yönetiminde yürütülmüş son derece kıymetli tez çalışmalarından
ve özellikle Kübra Fettahoğlu’nun
tezinden geniş ölçüde yararlanmış.
Fakat kitaba kaynaklık eden öncü
isimlerin yanında bilime kafa yoran birçok isim değerli emeklerini esirgemeden
geçmişten geleceğe ışık tutan bu eserin oluşmasına büyük destek vermiş.
***
1872 yılında yayımlanan 32 numaralı
Salnâme’de, “İşbu Rasathane, 1868 sene-i
miladiyesine müsadif olan 1285 sene-i hicriyesinde tesis buyurulmuş, âlât ve
edevâtı Avrupa’nın fabrikalarından mübâyaa olunmuştur” ifadesiyle Osmanlı
Devleti’nin yeni bir rasathane kurduğu ilan edilmiş. Adına da Rasathane-i Âmire denilmiş, başına ise Aristide Coumbary getirilmiş.
Rasathanenin ilk otuz yılına damgasını vuran kişi Aristide Coumbary, bu dönemde
bütün sorumlulukları tek başına üstlenerek bir başlangıca öncülük etmiş.
Rasathanenin ilk otuz yıllık döneminde
meteoroloji hep ön plandaydı. Bu bağlamda rasathane uluslararası meteoroloji
örgütünün ilk üyeleri arasında yerini aldı. Yine bu dönemde alaturkadan
alafranga saate geçiş yaşandı. Bu geçişle birlikte bir takım kültürel
meselelerle birlikte çözülmesi gereken teknik problemleri de beraberinde
getirdi. Bu yüzden Mısır da aynı İstanbul gibi alafranga saate geçişi yirminci
yüzyıla kadar ertelemek zorunda kaldı.
Üstelik bu rasathane Osmanlı’nın ilk
rasathanesi de değildi. Bu kuruluştan yaklaşık 300 yıl önce, bu tür kurumların
sayısının dünyada bile bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğu bir
dönemde kurulmuştu. Osmanlı’nın bu eski rasathanesi İslâm astronomi geleneğinin
belki de son büyük temsilcisiydi. Ortaçağ boyunca astronomi bilimi en çok İslâm
dünyasında gelişmiş ve en büyük deneyim bu coğrafyada birikmişti.
Genel manada bilinen aksine Ortaçağ’da
Osmanlı bilim üretirken, Avrupalılar rasathane olgusuyla daha yeni yeni
tanışıyordu.
Rasathanenin başında bulunan Takıyyüddin er-Râsıd eğitimini öyle
batıda değil, Şam ve Kahire’de zirveye çıkarmıştı. Takıyyüddin er-Râsıd o
dönemde her ne kadar müneccimbaşı olarak anılsa da gerçek bir bilim insanıydı.
Çalışmalarını zirveye çıkarmak için çevresine topladığı devrin ünlü matematikçi
ve astronomlarıyla birlikte gökyüzünü araştırmaya hazırlandığı bir dönemde
karşısına “aklî ilim ve naklî ilim”
tartışmaları çıktı.
Taassub ve kıskançlık devreye girip,
tartışmalar birbirini izlerken bunlara uğursuzluk olduğuna inanılan bir
kuyrukluyıldız geçişi ve veba salgını eklenince rasathanenin idam fermanı
imzalandı. 1577’de Sultan 3. Murad’ın
emriyle kurulan İstanbul Rasathanesi,
tam 3 yıl sonra yine onun emriyle tarihe karıştı. Bu dönemde böyle pozitif
bilimler tamamen yasaklanmadı, amma velâkin devlet desteğinden yoksun
bırakıldı.
***
Yıllar yılları kovaladı...
Osmanlı’daki bürokrasi Rasathane-i Âmire’yi,
tıpkı Darphane-i Âmire veya Feshane-i Âmire gibi bir hizmet kurumu şeklinde
algıladı. Bir kez padişahın onayı alınır ve biraz da maddi destek sağlanırsa
her şeyin tıkır tıkır işleyeceği sanılırdı. Darphane nasıl para basar, feshane
nasıl fes üretirse, Rasathane’nin de havayı tahmin edivereceği sanıldı. Fakat
işin aslı hiç de öyle değildi. Bu işlerin çok özel şartlarda yetişen, yıllarca
kütüphanelerde dirsek çürüten, araştıran, sorgulayan, itiraz eden ve adına “bilim insanı” denilen kendine münhasır
şahsiyetlerle amacına ulaşabileceği göz ardı edildi.
Rasathanenin bir bilim kuruluşu
olduğunun anlaşılması, kuruluşundan tam yirmi sekiz yıl sonra, ikinci müdür
olarak başına o dönemin en ünlü bilim insanı olan Salih Zeki beyin getirilmesiyle gerçekleşti. İşin ciddiyeti 10 Temmuz 1894 yılında vukû bulan İstanbul Depremi’yle daha iyi
anlaşıldı. Büyük İstanbul depremi Rasathane-i
Âmire için bir dönüm noktası oldu. Bu depremin ardından, yeniliğe ve
gelişime açık kişiliğiyle tanınan Sultan
2. Abdülhamid ilk kez depremin bilimsel olarak araştırılmasını isteyerek,
deprem ölçümü için gereken çalışmaların başlaması için talimat verdi.
Tam üç asır sonra, 1868 yılında sessiz
sedasız ikinci deneyim olarak kurulan Rasathane-i Âmire, bütün iddiasız
görüntüsüne rağmen İslâm coğrafyasında kurulan ilk modern rasathanelerden
birisi olarak ismini tarihe yazdırdı. Dünyanın güneş etrafında dönüyor olduğu
bile bu yüzyılda öğretilmeye başlandı.
Oysa rasathane deyince akla gelen ilk
konu astronomidir. Kandilli Rasathanesi için de hep böyle düşünülür.
Boğaziçi’nin koruluklarında, fıstık çamları arasında birilerinin sürekli
gökyüzünü araştırdığı zannedilir. Gerçekte ise Kandilli’deki astronomi çalışmaları
Mehmet Fatin (Gökmen) hocanın girişimleriyle
ancak ilk gözlemler 1929 yılında teleskobun rasathaneye teslim edilmesiyle
başlamış. Onun emekli olmasıyla birlikte bu süreç sekteye uğramış, Hasan Tayşi ve Muammer Dizer’in gayretleriyle nihayet astronomi ile ilgili
faaliyetlere ancak 1947 yılında başlanabilmiş.
***
Evet Dünya hâlâ Güneş’in
etrafında dönüyor...
Fakat insanoğlunun evrenin sırlarını
çözmek için rasathanelere kurduğu teleskoplarla başlattığı uzay yolculuğu
ABD’li astronot Neil Armstrong 21 Temmuz 1969’da Ay’a ayak basmasıyla Dünya’nın
dışında bir gök cismine ilk fiziki
teması gerçekleştirmeyi başardı.
Nüfusu 8 milyara yaklaşan insanoğlu
artık Dünya’nın dışında yeni bir
düzen kurmak için ışık hızıyla Mars’ta
çalışmalar yürütüyor.
*
Yaklaşık bir buçuk asırdır yer kürede
kulağımız, gökyüzünde gözümüz olan Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi
ve Deprem Araştırma Enstitüsü hâlâ Türkiye’nin bilim yolculuğuna eşlik ve
öncülük ediyor. Her deprem sonrası değerlendirmelerin yapıldığı Boğaziçi
Üniversitesi Kandilli Rasathanesi; astronomi, meteoroloji, jeomanyetizma
laboratuvarlarıyla da 154 yıldır bilimsel gelişmelere katkı sağlıyor. İşte bu
süreci iyi anlayabilmek, gelecek nesillere ilham kaynağı olmak adına Prof. Dr.
Mustafa Aktar tarafından kaleme alınan ve Yapı Kredi Yayınları arasında
yayımlanan Rasathane ile Bilimde Yüz
Elli Yıl isimli eserle mâzimizden derlenen veriler ışığında âtiye
projeksiyon tutuluyor.