Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.60
Gram Altın
2975.50
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Kasım 2018

Yeniden doğuş

“Yeniden Doğuş” deyince aklımıza hemen Rönesans geliyor. Rönesans’ın doğuşu eski kozmolojinin ve tezlerin yetersiz oluşuyla direkt ilintilidir. Eğer Batlamyusçu kozmoloji ve kilisenin tezleri yaşanan hayatı ve soru(n)ları açıklayabilseydi, zaten Rönesans’a da gerek kalmayacaktı.

Toplumlar doğar, büyür, gelişir, durağanlaşırlar. Bu, neredeyse bütün toplumları açıklayan bir döngüsel durumdur. İbn Haldun da Tavırlar nazariyesi ile belirtilen aşamalara dikkat çekmektedir. Hatta İbn Haldun birçok görüşlerinde olduğu gibi Tavırlar Nazariyesi’nde de biraz determinist bulunur. Zira Ona göre, bazı aşamalar geciktirilebilir ama asla bir diğer aşamanın gelmesi engellenemez.

Thomas Kuhn’un paradigma kavramı çerçevesinde açıklamaya çalıştığı şey de buna benzer nitelikler taşır. O, bilimde ilerleme olarak görülen şeyin paradigma değişimi olduğunu belirtir. Doğrusu Kuhn’un teorisinin toplumsal değişim aşamalarını okuma noktasında da işlevsel olabileceğini düşünüyorum.

Rönesans, Post/Modern dünyanın doğuşundaki en erken uğrak noktasıdır. Aslında tarihte ciddi bir kırılma anını oluşturmaktadır. Rönesans ile Tanrı merkezli bir evren ve dünya görüşünden insan merkezli bir evren ve dünya görüşüne geçilmeye başlanmıştır. Buna göre Rönesans’ın ortaya koyduğu tez Hümanizma ile ifade edilir. Kilise, bu tezlerle sınanmış, eski tezlerle dünyayı açıklayamadığı için iktidarını kaybetmiştir. Ama Hümanizma tezi, Rönesans’tan ileriye doğru asırlarca, Bacon, Descartes, Locke, Hobbes, Machiavelli, Kant vb. farklı bilim alanlarında işlenerek bir düşünsel zemin yerleştirilmiştir.

İslam dünyasının kendi içerisinde bir “Yeniden Doğuş”a ihtiyacı olduğu kesindir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için Post/Modern dünyaya yeni bir paradigmanın önerilmesi zorunluluktur. Fakat Müslüman ülkelerin mevcut durumu, henüz böyle bir paradigmanın önerileceğine dair bir umut vaat etmiyor. Böyle bir öneri olmadığı için de onun arkasında paradigmayı işleyecek metodolojiler zaten gelişemiyor.

Ortada şöyle bir manzara hakimdir. Batı dünyası Post/Modern dünya tasarımıyla paradigmasını tüketmiştir. Yeni bir önerisi de yoktur. Batı dünyasının ve hatta buna bağlı tüm dünyanın yaşadığı derin kriz biraz bununla alakalıdır. Batı’nın şu an yaşamaya devam ettiği refah, önceki ürettiklerinin bir getirisidir. Yani İbn Haldun’un deyiyişiyle “Barış” ve “Refah” dönemlerini yaşamaktadır. Epey bir müddet de yaşamaya devam edecektir. Dolayısıyla Amerika’nın kısa vadede yıkılmasını bekleyenler, biraz hayal kırıklığı yaşarlar.

Fakat bu arada İslam dünyasında “Yeniden Doğuş “ olabilecek hiçbir tez ve paradigma da görünmemektedir. Yani Batı dünyasını tarih, insan, dünya ve evren konusunda açıklama yapma noktasında zorlayacak bir ilmi, fikirsel vb. üretimler yoktur. Hatta mevcut durumuyla İslam dünyası sorunlarını halletmek için Batı’daki bilgi ve müktesebata müracaat etmektedirler. Bunun dışında bir iddiası olan varsa, bana da iddiasının göstergelerini sunarsa bundan büyük memnuniyet duyacağım.

Buradan şu noktaya gelmeliyiz: İslam dünyası mevcut durumu, geçmişten iktibasları ve üretememesi sebebiyle karşılaştığı sorunları aşma noktasında handikap yaşamaktadır. Oldukça korumacı bir zihniyetle davranarak, bilgisel ve fikirsel açılım yapma noktasında bir ileri iki geri adımlar atmaktadır. Fikirsel açılımlar olmadan, diğer alanlarda bir açılım beklemek ise çok gerçekçi durmuyor.

“Yeniden doğuş”u bir gerçekleştirsek diye ümit ediyoruz. Ama onun öncesinde bunun gerekliliğine dair bir açık zihin lazım. Sonrasında ise bizi bekleyen daha çok iş var.