Yeniden doğmak
1979’un bir kış günüydü. Üniversitenin 2. sınıfındaydım. Ankara Ulus’ta MTTB yurdunda kalıyordum. Yurt, şehrin en merkezi yerinde, Büyük Postane’nin hemen arkasındaydı. Ayrancı semtinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hemen arka kısmında da bir yurt vardı.. Arkadaşlar davet etmiş, Aşağı Ayrancı Yurdu’na onları ziyarete gitmiştim.
Uzak bir yere gittiğimizde mutlaka erken çıkar, akşam
karanlığına kalmazdık. Çünkü bütün mahalle ve sokaklar parsellenmiş,
kurtarılmış bölge ilan edilmişti. Nereyi hangi örgütün kontrol ettiğini
bilirdik. O gün de erken çıkıp Ulus’a dönmek istiyordum ama sohbete dalıncı
çıkışım azıcık uzadı. Dönüşe geçtiğimde hava yeni yeni kararmaya başlamıştı.
Ana caddede otobüs durağında beklerken yanımdan birkaç
delikanlı geçti. Şüpheli şüpheli bakıyorlardı. Endişelenmiştim. Birkaç dakika
sonra iki apartman arasından çıkan 5 – 6 genç etrafımı sardı. Kollarıma gidip
beni sorgulamaya başladılar. Maocuydular. İlk soruları “Ülkücü müsün?” oldu.
Birisi mırıldandı, “Ülkücü isen buradan sağ dönemezsin!”
***
MTTB yurduna geldiğimi söyleyince tatmin oldular. “Biz
onlara onlar da bize karışmıyor” dedi birisi. Arkadaşımdan kalınca bir kitap
almış, pardösümün altına yerleştirmiş, cebimdeki sağ elimle tutuyordum. Biri
düğmelerimi açmaya başladı. Yardım edeyim derken şöyle bir dağıldılar. “Korkmayın
silah yok, kitap” deyince diğeri diklendi: “Biz mi senden korkacağız, sen mi
bizden?
O yıllarda üniversitede okumak ölüme meydan okumakla eş değerdi.
Bütün okullar, semtler, mahalleler parsellenmişti. Her akşam yapılan silahlı
baskınlarda birkaç delikanlı hayata gözlerini yumuyordu. MTTB’li olmak hayatımı
kurtarmıştı. Aksi takdirde kafana bir kurşun sıkıp iki apartman arasına atıyorlardı.
Bir başka akşam yurda dönerken yine bir Maocu militan Büyük
Portane’nin duvarına slogan yazıyor, diğeri elinde makinalı tabanca ile yolun
karşısında onu kolluyordu. Silahın önünden geçip geçmemekte tereddüt ederken
bir polis minibüsü gözüktü. Polisler militanları gördüğü halde müdahale etmedi.
Ben de ondan cesaret alarak namlunun önünden geçip yurda ulaştım.
***
O yıllarda her an hayatla ölüm arasında gidip geliyorduk.
Okumamız kolay olmadı. Gençlik ikiye ayrılmıştı, polis de… Devletin tüm
kurumları da… Sistem bozulmuş, devlet çarkı dönmez olmuştu. Generaller ise
darbe yapmak için olayların daha da büyümesini ve yapacakları darbe için zemin
oluşturmasını bekliyorlardı. 12 Eylül’le ilgili yazacak o kadar çok şey var ki…
O gün adeta yeniden doğmuştum. Bugünkü mevlit kandili bana
ölümle yüz yüze gelip hayata yeniden döndüğüm o anları hatırlattı. Gençlerimizin
şanslı olduklarını anlamaları için yakın tarihimizde yaşananları bilmelerinden
fayda var. Ben daha üniversiteye kayıt yaptırırken birçok baba durumun vahametini
kavrayıp evladını alıp geri dönmüştü.
Daha birkaç yıl öncesine kadar Doğu Anadolu’nun dağlarında
kontrolü teröristler sağlıyordu. Şimdi o dağlardan değerli madenler, doğalgaz
ve petrol fışkırıyor. Avrupa Birliği bile, tarım ve hayvancılık yapacak olanlara
karşılıksız (hibe) şeklinde altı yedi bin dolar destek veriyor. Her tarafı
çiçek kokan ülkemde arıcılık, hayvancılık ve tarım yapacak olanlar sıraya
girmiş durumda. O yüzden gelecekle ilgili karamsar değilim.
Bugün özel bir gün/gece. Peygamber Efendimizin doğum günü. O
yüce Peygamberin dünyamızı ve kendisinden sonraki tüm çağları aydınlatmaya
başladığı “mevlit” gecesi… Bir daha o tehlikeli günlere dönmemek duasıyla
mevlit kandilinizi tebrik ediyorum.