Yeni Türkiye'nin yönetim modeli: Çokluk içinde birlik
Türkiye'nin tarihi, siyasi, sosyolojik ve kültürel birikiminin inkıtaya uğratıldığı tek partili rejim döneminde farklılıklar tek bir etnik kimlik içinde eritilmeye çalışıldı. Bu monolitik siyasal yapı içinde farklılıklar seçkinci, elit, tekçi cumhuriyet kadroları tarafından dışlandı ve yeni bir ulus yaratma(!) çabası içerisine girildi. Kısacası bir Osmanlı yönetim anlayışı olan "çokluk içinde birlik" esasına dayanan model bertaraf edildi ve tüm farklı kesimler üniter yapı içerisine hapsedildi. Farklı kesimlerin aidiyet duygularını körelten bu sistemin gerçekte büyük bir proje olduğunu defalarca dillendirmişizdir. Bilindiği gibi çoğulcu bir yapıya sahip ülkelerde yaşayan farklılıklar için üniter, katı merkeziyetçi bir yönetim anlayışının barış ve huzur ortamını bozduğu en önemlisi de demokrasinin ve insan haklarının gelişmesini imkansız kıldığı bir vakıadır. Oysa bugün ABD'nin de sistemleştirdiği bu çoğulcu yönetim modelinin Türkiye'de mevzubahis edilmesi gericilik ve Osmanlıcılık seklinde eleştirilmekte ve dışlanmaktadır. Bakınız liberal entelektüellerden anayasa profesörü Mustafa Erdoğan dahi Osmanlı modeline yapılan atıfların anlamsız olmadığını ifade eder. Bu sistemin farklı unsurların barışçı, bir arada yaşamasının bir örneği olarak gösterir. Bugün ABD'de 200 yıldır uygulanan başkanlık ve eyalet sistemi orada yaşayan farklılıklara "Amerikancılık" bilincini ve aidiyet duygusunu kazandırmıştır. Çünkü ABD, Osmanlı yönetim modelini kendine uyarlamış bir ülkedir.
Türkiye 1960'lı yıllardan beri başkanlık sistemini tartışan bir ülkedir. Parlamenter sisteminin mevcut sosyolojik ve siyasi yapıda ne tür ziyanlara sebep olduğu ortadadır. Son yıllarda başkanlık modeli üzerine daha ciddi tartışmalar yapmaya başladık. Bilindiği gibi AK Parti'nin Yeni Türkiye Sözleşmesi / 2023 beyannamesindeki sunduğu hedefler de bu doğrultuda. AK Parti bu çerçevede; "Yüzyıllardır Anadolu'da gerçekleştirdiğimiz ortak medeniyet birikimi, bu medeniyet birikimi üzerinde yükselen Selçuklu ve Osmanlı düzenleri, yüz yıllık Cumhuriyet kazanımları ve yarım asrı geçen demokrasi tecrübesine dayanarak son 12 yıllık toparlanma döneminden sonra tam bir özgüven içinde 21. yüzyılın yükselen güçleri arasına girmeye hazırlanıyoruz" diyerek tarihi ve kültürel kodlar üzerine temellendirilen bir vizyon belirliyor. Tam da bu noktada "Başkanlık sistemini, zikrettiğimiz özgürlükçü Anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz. Kültürel birlikteliğimizin esası 'kesrette vahdet' yani ' çoklukta birlik' ilkesidir" ifadeleriyle yeni Türkiye'nin sistem arayışına bir yön çiziyor. AK Parti insan onuruna dayalı yeni bir medeniyet çağrısının öncüsü olmak gibi temel bir misyona sahip. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan'ın başkanlık modeli önerisi yeni Türkiye'nin önünü açacak bir modeldir. Takip eden okurlarım bilir; bu konuda 2-3 yıldır birçok yazı kaleme aldım ve TV'lerden de bu sistemin ülkeyi ne denli rahatlatacağı yönündeki görüşlerimi ifade ettim.
Erdoğan bir ara "Başkanlık sistemi tartışılıyor. Bunu geçmişte Allah rahmet eylesin Turgut Bey söyledi, Sayın Demirel söyledi. Kaldı ki bu bize yabancı bir anlayış da değil. Çünkü bizim ecdadımıza, tarihe baktığımız zaman bunun benzerini Osmanlı yaşamış..." ifadeleriyle bir bakıma benim yukarıda değinmeye çalıştığım meseleye dikkat çekmişti. Ne yazık ki bu ifadeler çapsız muhalefetin "padişahlık istiyor" eleştirilerine kurban gitti. Oysa Erdoğan tarihi bir gerçeğin altını çizmiş ve yeni Türkiye'nin bunu yeniden başarabileceğini vurgulamıştır.
Bugün başkanlık sistemini yeniden gündemimize aldık ve tartışıyoruz. Bir kısım başkanlık sisteminin kötü bir taklidi olan Latin Amerika ülkelerini örnek göstererek bu modelin diktatörlüğe götüreceği ve demokratik istikrarsızlığı da beraberinde getireceği yönünde analizler yapıyor. Dünyada başkanlık modeline yönelik bazı eleştirililer yapılmıyor değil. Örneğin eleştirmenler 1993 yılında, Stephan ve Skach tarafından yapılan bir araştırmaya yer veriyorlar. İstikrarlı ve istikrarsız demokrasilerin uygulanan hükümet şekillerine göre sınıflandırılmasına ilişkin yapılan bu araştırmaya göre; parlamenter hükümet şeklinin uygulandığı demokrasiler başkanlık hükümet şeklinin uygulandığı demokrasilere oranla daha çok istikrarlıymış. Finlandiyalı siyaset bilimci Vanhanen'in yaptığı araştırmalara göre de parlamenter hükümet şeklinin uygulandığı ülkelerde demokrasinin yerleşmesinin daha fazla mümkün olacağını ortaya konulmuş. Karşılaştırmalı Politika uzmanı İspanyol Juan Linz'e göre ise başkanlık sistemlerinde seçimlerde uygulanan çoğunluk sistemi nedeniyle sistem kutuplaşmanın yoğun olduğu toplumlarda çıkmaza kadar sürüklenebilmektedir. Keza Fred Riggs ve Dana D. Nelson gibi bazı siyaset bilimcilere göre de başkanlık sistemine geçmeye çalışan hemen her ülkede otoriter rejime dönüşme ihtimali yüksektir.
Başkanlık sistemini Latin Amerika örneklerinden ayıran ve avantajlarını öne çeken çok sayıda örnekler de mevcuttur. Bir kere bizim köklü medeniyet tecrübemiz diktatörlüğe meydan vermeyecek kadar insan odaklı ve çok kültürlü bir anlayışa dayanır. Bu bakımdan Türkiye'de başkanlık sistemi yeni sosyolojik yapıda uygulanabilir ve verim elde edilebilir bir siyasi model olarak belirmektedir. Model, başkanın ve meclisin halk tarafından seçilecek olduğu yani tek yetkinin halkta olduğu bir sistemdir. Burada halkın oylarıyla seçilecek iki güç oluşuyor. Koalisyona hiçbir şekilde meydan verilmeyen bu sistemde kuvvetler ayrılığı ilkesi de hayata geçirilmiş oluyor. Bu sistemde başkanın ve meclisin görevleri net olarak belli. Parlamentonun görevi yasa yapmak başkanın görevi ise yasaları uygulamak. Başkanın meclisi feshetme yetkisi olduğu gibi parlamentonun da başkanı görevden alma yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki her iki durumda da hem meclis hem de başkan yeniden seçime gitmek zorunda. Yani siyasetin tıkandığı durumlarda gidilecek yer belli; halk. Sistem daha somut detaylandırılabilir. Bunları zamanla tartışacağız. Lakin Türkiye geldiği nokta itibariyle ve tarihi kültürel birikimiyle parlamenter sistemi kaldıramayacak kadar büyümüş ve demokratik olgunluğa erişmiştir.