Dolar (USD)
35.25
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2960.45
BIST 100
9672.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Aralık 2020

Yeni teoloji: Antropoloji

Bütün detay soruları sadeleştirerek, vahyin tabiatı konusunun mevcut içeriklerle ele alınmasının sebeplerine dair bazı açılımlarda bulunabiliriz. Bu bağlamda en temel sorumuz; hakikatin kaynağının ne olduğudur? Farklı görüş, din ve ideolojileri birbirinden ayıran nokta, onların mutlak ve hakikat kavramlarına yaklaşımlarıdır.

Bugünden bakınca modernliğin doğuşunu ve gelişimini temel bir kırılma noktası alma zarureti ortaya çıkmaktadır. Zira modernlik Tanrı merkezli bir evren, dünya ve insan anlayışından insan merkezli bir evren, dünya ve insan anlayışına geçişi ifade etmesi hasebiyle her şeyden önce hakikatin kaynağına dair bir değişimi iddia etmiş ve uygulamaya koymuştur. Böylece ontolojik anlamda insan; epistemolojik anlamda bilim yeni merkezi ögeler olarak yerlerini almışlardır.

Bu dönüşümün yarattığı kırılmada konumuzla bağlantılı iki değişime dikkat çekilmelidir. Birincisi, birçok kavram gibi insan da yeni duruma uygun olarak yeniden tanımlanmaya başlandı. Zira dinlerin anlattığı hikayede Tanrı tarafından yaratılan, dünyaya işlediği suçla gönderilen bir insan vardı. Böylece insanın kökeni ve neliği yeniden tanımlama konusu oldu. Darwin, Freud gibi batılı bilim adamlarının çabalarını bu çerçevede okumak gerekmektedir.

İkincisi de, insan merkeze gelince (Tanrı yerine ikame olunca), modernite de kendi teolojisini Tanrı değil insan merkezli olarak kurması gerekiyordu. Bu konudaki serencam oldukça uzundur ancak neticede antropoloji dediğimiz konusu özel olarak “insan” olan bilim bugün bir teoloji olarak devrededir. Bu bağlamda antropolojik bulguların birçok alanda insan ve toplum hayatını inşa ederken verili ve bağlayıcı bir bilgi kabul edilerek merkeze yerleştirilmesi söz konusudur. Yani insanın nitelikleri, yapıp ettikleri adeta kelamda Tanrı’nın sıfatları ve fiilleri gibi verili sayılmaktadır. Dolayısıyla antropoloji post/modern zamanların teolojisi olarak devreye girmektedir.

Bu tür bir yaklaşım her şeyden önce dinlerin klasik kelam anlayışlarında da bir değişimi zorlamıştır. İşte ikinci değişim de vahyin tabiatından başlayarak kelamın ana konularında modern zamanlarda Batı’da başlayan tartışmalardır. Vahyin insanbiçimci dili, tarihsellik, hermenötik ve daha öncesinden tabiat üzerine tartışmalar, aynı zamanda “hakikat”le bağlantılıdır ve modern zamanlarda tekrar başlamıştır.

Bu konuda İslam dünyasında sorunu irdeleyenlerden birisi Hasan Hanefi’dir. Onun Ankara İlahiyat dergisinde çıkan “Teoloji mi Antropoloji mi?” başlıklı makalesi, temelde artık kelamın Tanrı değil insan merkezli olması gerektiğini iddia eder. Allah merkezli bir kelamın günümüz insanının ihtiyacını karşılayamayacağından hareketle, antropolojinin yeni teoloji olması gerektiğini belirtir. O, kendi yaptığını “söz konusu olan, Descartes’ın Avrupa kültüründe gerçekleştirdiği hedefin aynısı olup, o hedef te teosantrik bir kültürü antroposantrik bir kültüre çevirmektir” (s. 517) şeklinde anlatır. Ona göre artık Allah, özgürlük, kalkınma ve ekmektir. (s. 505-516)

Antropolojiye bir teoloji muamelesi yapıldığında, tabii ki klasik kelamın unsurları problemli hale gelecektir. Ben bu tür meselelerin tartışılmasını önemsiyorum ancak şu önemli soruların sorularak cevap aranması gereklidir. Birincisi, insan hakikatin kaynağı olabilir mi? Şu anda gelinen noktada, insanın ontik bir kategori olarak hakikatin kaynağı olamayacağı postmodernliğin itirazlarıyla ve modernliğe eleştirileri ile belli oldu. Postmodernlik te bilmenin sınırlarını sübjektif benin sınırlarına çekerek hakikat iddiasından geri çekildi. Zaten post-truth çağı ile insan insanı (insanlığı) getirip dünyanın ortasında yapayalnız bırakıverdi.

Diğer yandan insanı merkeze alanlar Aydınlanma’nın tanımladığı otonom birey anlayışı üzerine oturan özgürlüğü, Tanrı-insan ilişkisinde nereye oturtuyorlar? İnsan hem otonom (özerk) olup hem de Tanrı’ya iman etmekle yükümlü olur mu? Öte yandan “kalkınma” gibi modern iktisadın tüketime dayalı bir kavramı, nasıl bir İnsan-insan ve insan çevre ilişkisi kurmaktadır? Hala insanın çevreye ve dünyaya tüketim uğruna ettiklerine bakıp da Batı’nın küresel hale gelmiş ancak ideolojik ve mitik bir kavramı olan “kalkınma” nasıl teolojik merkezi bir kavram olabilir.