Yeni teoloji: Antropoloji
Bütün detay soruları sadeleştirerek, vahyin tabiatı konusunun mevcut içeriklerle ele alınmasının sebeplerine dair bazı açılımlarda bulunabiliriz. Bu bağlamda en temel sorumuz; hakikatin kaynağının ne olduğudur? Farklı görüş, din ve ideolojileri birbirinden ayıran nokta, onların mutlak ve hakikat kavramlarına yaklaşımlarıdır.
Bugünden bakınca modernliğin doğuşunu ve gelişimini temel
bir kırılma noktası alma zarureti ortaya çıkmaktadır. Zira modernlik Tanrı
merkezli bir evren, dünya ve insan anlayışından insan merkezli bir evren, dünya
ve insan anlayışına geçişi ifade etmesi hasebiyle her şeyden önce hakikatin
kaynağına dair bir değişimi iddia etmiş ve uygulamaya koymuştur. Böylece
ontolojik anlamda insan; epistemolojik anlamda bilim yeni merkezi ögeler olarak
yerlerini almışlardır.
Bu dönüşümün yarattığı kırılmada konumuzla bağlantılı iki
değişime dikkat çekilmelidir. Birincisi, birçok kavram gibi insan da yeni
duruma uygun olarak yeniden tanımlanmaya başlandı. Zira dinlerin anlattığı
hikayede Tanrı tarafından yaratılan, dünyaya işlediği suçla gönderilen bir
insan vardı. Böylece insanın kökeni ve neliği yeniden tanımlama konusu oldu.
Darwin, Freud gibi batılı bilim adamlarının çabalarını bu çerçevede okumak
gerekmektedir.
İkincisi de, insan merkeze gelince (Tanrı yerine ikame
olunca), modernite de kendi teolojisini Tanrı değil insan merkezli olarak
kurması gerekiyordu. Bu konudaki serencam oldukça uzundur ancak neticede
antropoloji dediğimiz konusu özel olarak “insan” olan bilim bugün bir teoloji
olarak devrededir. Bu bağlamda antropolojik bulguların birçok alanda insan ve toplum
hayatını inşa ederken verili ve bağlayıcı bir bilgi kabul edilerek merkeze
yerleştirilmesi söz konusudur. Yani insanın nitelikleri, yapıp ettikleri adeta
kelamda Tanrı’nın sıfatları ve fiilleri gibi verili sayılmaktadır. Dolayısıyla
antropoloji post/modern zamanların teolojisi olarak devreye girmektedir.
Bu tür bir yaklaşım her şeyden önce dinlerin klasik kelam
anlayışlarında da bir değişimi zorlamıştır. İşte ikinci değişim de vahyin
tabiatından başlayarak kelamın ana konularında modern zamanlarda Batı’da
başlayan tartışmalardır. Vahyin insanbiçimci dili, tarihsellik, hermenötik ve
daha öncesinden tabiat üzerine tartışmalar, aynı zamanda “hakikat”le
bağlantılıdır ve modern zamanlarda tekrar başlamıştır.
Bu konuda İslam dünyasında sorunu irdeleyenlerden birisi
Hasan Hanefi’dir. Onun Ankara İlahiyat dergisinde çıkan “Teoloji mi Antropoloji
mi?” başlıklı makalesi, temelde artık kelamın Tanrı değil insan merkezli olması
gerektiğini iddia eder. Allah merkezli bir kelamın günümüz insanının ihtiyacını
karşılayamayacağından hareketle, antropolojinin yeni teoloji olması gerektiğini
belirtir. O, kendi yaptığını “söz konusu olan, Descartes’ın Avrupa kültüründe
gerçekleştirdiği hedefin aynısı olup, o hedef te teosantrik bir kültürü
antroposantrik bir kültüre çevirmektir” (s. 517) şeklinde anlatır. Ona göre
artık Allah, özgürlük, kalkınma ve ekmektir. (s. 505-516)
Antropolojiye bir teoloji muamelesi yapıldığında, tabii ki
klasik kelamın unsurları problemli hale gelecektir. Ben bu tür meselelerin
tartışılmasını önemsiyorum ancak şu önemli soruların sorularak cevap aranması
gereklidir. Birincisi, insan hakikatin kaynağı olabilir mi? Şu anda gelinen
noktada, insanın ontik bir kategori olarak hakikatin kaynağı olamayacağı
postmodernliğin itirazlarıyla ve modernliğe eleştirileri ile belli oldu.
Postmodernlik te bilmenin sınırlarını sübjektif benin sınırlarına çekerek
hakikat iddiasından geri çekildi. Zaten post-truth çağı ile insan insanı
(insanlığı) getirip dünyanın ortasında yapayalnız bırakıverdi.
Diğer yandan insanı merkeze alanlar Aydınlanma’nın tanımladığı otonom birey anlayışı üzerine oturan özgürlüğü, Tanrı-insan ilişkisinde nereye oturtuyorlar? İnsan hem otonom (özerk) olup hem de Tanrı’ya iman etmekle yükümlü olur mu? Öte yandan “kalkınma” gibi modern iktisadın tüketime dayalı bir kavramı, nasıl bir İnsan-insan ve insan çevre ilişkisi kurmaktadır? Hala insanın çevreye ve dünyaya tüketim uğruna ettiklerine bakıp da Batı’nın küresel hale gelmiş ancak ideolojik ve mitik bir kavramı olan “kalkınma” nasıl teolojik merkezi bir kavram olabilir.