Dolar (USD)
33.98
Euro (EUR)
37.82
Gram Altın
2819.73
BIST 100
9577.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


'Yeni tanrı, yeni mabet'

Hafta sonu, Türkiye bir derbi maç ve arkasından şampiyonluk ile yattı kalktı. Maçın ardından sokakta devrilen polis arabaları ve şiddet görüntüleri alışıldık bir görüntü olarak belleklere kazındı. Fakat ben bundan çok daha ötede bir meseleye dikkat çekeceğim. Bazı gazetelerin attığı başlık, meselenin önemli bir boyutuna dikkat çekilmesini gerekli kılıyor.

Pazartesi günü Hürriyet gazetesinin manşet altı ifadesi "Fenerbahçe'nin mabedinde şampiyonluk kupasını alan Galatasarayu2026" şeklinde devam ediyor. "mabet" kelimesi birkaç gazetede de kullanılmış. Bu durum futbolun, tıpkı moda, müzik vb. ile birlikte post/modern dünyanın kutsalları arasına girmesi durumuna işaret ediyor. Kutsal/seküler ayrımının işletilmesi, son kertede sekülerin kutsaldan arındırılmasına vardı. Fakat Aydınlanmacı rasyonalitenin öngördüğü insanın bir türlü inşa edilmemesi, hayal kırıklığını artırdığı gibi, tam tersine bir süreci de besleyerek paradoksal olarak yeni kutsallar yarattı. İşte futbol zamanımızın bu kutsallarından birisidir.

Her şeyden önce futbol, insanların hayatlarına vazgeçilmez bir biçimde sokulmaya çalışılmış, ritüalistik boyutlar kazanmıştır. Lig mücadelesi gibi haftalık, şampiyonlar mücadelesi gibi yıllık, Avrupa kupası gibi iki yıllık ve dünya kupası gibi dört yıllık rutin ayinlerinin yanı sıra belli bir zamana bağlı olmayan nafile ritüeller (arada takımlar arasında dostluk ve hazırlık maçları) da bulunmaktadır. Vaftiz edilmiş taraftarlar yanlarında döner çıçaklarıyla tam bir kutsal savaşa (!) gider edasıyla stadları doldurmaktadırlar. "Kanım sarı lacivert akar" (burada sarı ve lacivert sembolik olarak verilmiştir; bütün takımların renklerini kullanabiliriz) söylemiyle neredeyse futbola ontolojik özellikler yüklenirken, "ölmeye ölmeye ölmeye geldik/.............'i stada gömmeye geldik" şeklinde marş tınısıyla söylenen ifadeler, yapılan kutsal savaşı (!) oldukça manidar bir şekilde deşifre ettiği gibi coşkuyu da artırmaktadır.

Açıkça belirtmek gerekir ki; futbol, kitleleri uyutan bir afyon haline gelmiştir. Acıları dindirme; eziyetli, sıkıntılı dünyadan uzaklaşma, sorumluluklarla yüzleşememenin yolaçtığı bir kaçış alanı haline gelmiştir. İnsanları sosyal, politik sorun ve sorumluluklardan uzaklaştırarak, onları sürüleştirme politikasının global adı olmuştur. Türkiye'nin hiçbir ciddi sorunu karşısında hassasiyet göstermeyen bir çok insanlar, futbol söz konusu olduğunda mobilize olabilmekte ve görüş belirtmektedirler.

1979'lu yıllardan itibaren ortaokula devam ettiğim yıllarda, bilhassa pazartesi günlerinin otobüs sohbetlerinin vazgeçilmez konusu futboldu. Kulak kesildiğim bu konuşmalarda futbolcuların ismi ezbere sayılıyor, maçlarda kaçırılan pozisyonlarla ilgili yorumlar yapılıyor, futbolcuların hataları deşifre ediliyordu. Tüm bu konuşmalar içinde benim aklımda kalan soru; bu insanların futbol üzerinde niye bu kadar konuştukları ise bir diğeri ve daha önemlisi ise, konuşmalarda varılan yargıların hangi kriteri esas aldığıydı. Daha önce yazdığım bir yazıda futbolun konuşamayan bir toplumun enerji boşaltım kanalı olduğunu söylemiştim ki, kitleler bununla arındırılmaya çalışılıyor.

Futbol bugün bir kimliklendirme aracı olarak da işlev görürken, aslında hem kutsallaşmakta hem de buna bağlı olarak bir üst dil olma statüsüne doğru tırmanmaktadır. Nitekim insanların tuttukları takımlara göre bir nitelikler listesi ortaya konmakta; hatta daha da öte buna göre karakter tahlili çıkarılmakta ve neredeyse bunlar genetik özellikler olarak işlem görmektedirler. "Fenerbahçeliler şöyle", "Galatasaraylılar böyle" türünden genelleştirmeler ve analizler bunu göstermektedir. Diğer yandan takım tutmamak hastalıklı bir ruh hali olarak yansıtılmakta ve marjinalleştirilmektedir ki, takım tutmayan kişiye neredeyse psikiyatrik vaka olarak bakılmaktadır.

Artık insanlar "Fenerbahçe (ya da Galatasaray farketmez; burada takım ismi semboliktir) bizim kıblemiz" derken, yeni dinin kıblesi ve tanrısına da işaret etmiş oluyorlar. Tabiat boşluk kabul etmez; Post/modern dünya kitlelere avunabilecekleri yeni dini de hemen sunuyor. "İbadet; fakat hangi Tanrı'ya?"

Not: Kardeşlerimiz Adem Özköse ve Hamit Coşkun'un kurtuluşlarından dolayı çok mutluyuz. Yüce Allah'a (CC) sonsuz şükürler. Aynı sonucu Suriye halkı için de diliyoruz.