Yeni Şule Yükseller yetişiyor
Tarihimizden bir Şule Yüksel geldi geçti. Davasını yaşamak için Anadolu’u karış karış gezdi İslam’ı anlattı. Kızlarımıza başörtüsünü sevdirdi, geride örnek bir hayat, gençlere ışık olacak eserler bıraktı.
Şule Yüksel Şenler, imanı, azmi, kararlılığı, hizmetleri, yazıları, kitapları ve konferanslarıyla şerefli, anlamlı, ulvî bir hayatı yaşadı ve Rabbine kavuştu. O, aziz milletimizin fazilet abidesi, öncü ismi, ablasıydı. Gençliğin ‘şule’si yani ışığı olmuş, önlerinde yürüyüp yollarını aydınlatmıştı. Şairler Sultanı Necip Fazıl’a sorarlar: “Üstadım Şule Yüksel Şenler Hanımı nasıl bilirsin?” Cevap müthiştir: “Bu âlemde ben nasıl Necip ‘Fazıl’sam, Şule Hanım da ‘Fazıla’dır.”
Eyüpsultan’da cumartesi günü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı cenaze namazı ile ahirete yolcu ettiğimiz Şule Yüksel, Anadolu’da inançlı insanlar arasında efsaneleşmiş hanım kahramanlardandı. Bilhassa Huzur Sokağı romanı ile gönüllerde taht kurmuş, büyük bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı. Başörtüsü davasının bayraktarı ve yılmaz mücahidesi olmuştu. Fikirleri, yazıları ve eserleriyle nesilleri doğru istikametlere yönlendirmiş olan yazarımız, bir Fetih günü, 29 Mayıs 1938 tarihinde Kayseri’de doğdu. Babasının memuriyetinden dolayı Anadolu’nun birçok şehrinde bulundu. Ailesi İstanbul’a yerleştikten sonra yedi yaşında okula başladı. Gençlik yıllarında çok okuyan, iyi derecede dikiş bilen, resim ve müzik gibi sanat dallarıyla ilgilenen Şule Yüksel, hidayete erişmeden önce bugünkü tabirle ‘çağdaş’ yani asri bir hayat yaşamıştı. Bir röportajında “Birleşen Yollar filmindeki ‘Feyza’ benim.” diyordu. Annesinin rahatsızlığı ve babasının meşguliyetleri sebebiyle eğitimini yarım bıraktı. Bu arada hikâyeler yazıyor, yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde neşrediliyordu.
Mitinglerde şiirler okudu
Aksiyoner bir kişiliğe ve heyecanlı bir mizaca sahip olan Şule Yüksel, daha gençlik yıllarından itibaren toplum hayatında aktif rol alıyor ve insanlarımızı yerli düşünceye, millî çizgiye ve daha sonra da İslami anlayışa doğru yönlendirmeye çalışıyordu. 1950’li yıllarda düzenlenen Kıbrıs mitinglerine katılıyor, kürsülerden kahramanlık şiirleri okuyordu. Çok okuyor, o güne kadar taşıdığı düşünceleri sorguluyor, özeleştiri yapıyordu. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden olan merhum ağabeyi Özer (Zübeyir) Şenler’in isteği üzerine katıldığı Risale-i Nur toplantılarında Şule Yüksel’in dönüşümünün ilk tohumları atılmıştı. Huzur Sokağı adlı meşhur romanı da işte bu yıllarda gazetede tefrika halinde yayınlanmaya başlandı. Kitap olarak basıldığı dönemde satış rekorları kıran, elden ele dolaşan roman, 1970 yılında yönetmen Yücel Çakmaklı tarafından “Birleşen Yollar” adıyla sinemaya aktarıldı. Başrollerinde Türkan Şoray ve İzzet Günay’ın oynadığı film seyirciler tarafından beğenilmişti.
Davasına sımsıkı bağlıydı
Anadolu’nun hemen her yerini dolaşarak konferanslar veren ve davasını sonuna kadar cesaretle ve inançla savunan Şule Yüksel, Mehmed Şevket Eygi’nin neşrettiği Bugün gazetesinde kaleme aldığı yazılarla iyi bir okuyucu kitlesine kavuştu. 1967 yılında Yeni İstiklal gazetesinde yayınlanan “İslam Kadınına Hitap” başlıklı yazısından dolayı hakkında dava açıldı. Daha sonra “Ağlayın Ey Müslüman Kardeşlerim Ağlayın” başlıklı yazısında dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a hakaret ettiği iddiasıyla 1971 yılında hapse girdi. İçeri girmeden önce affedileceğine dair çıkan haber üzerine bunu reddetti ve Medrese-i Yusufiye’de, “Bir doğum müddeti” olarak saydığı 9 ay 10 gün hapis yattı. Baskılara boyun eğmedi, inancından taviz vermedi, inandığı gibi yaşadı. 1960 yılından itibaren gazete ve dergilerde, büyük bir heyecan ile kaleme aldığı yazılarını kitaplaştırdı. Nesilleri dönüştürdü. Ve kütüphaneleri süsleyen şu eserlere imza attı: Bize Ne Oldu, Gençliğin Izdırabı, İslam’da ve Günümüzde Kadın, Her Şey İslam İçin, Uygarlığın Gözyaşları, Kız ve Çiçek, Sağ El, Bir Bilinçli Öğretmen, Yılanla Tilki, Hidayet, Huzur Sokağı. Demet Tezcan ise Bir Çığır Öyküsüdür Şule Yüksel Şenler adlı eseri kaleme aldı.
Doğum günü için Allah’a şükür
Bize Ne Oldu? isimli eserinde “Doğum Günüm” başlıklı bir yazısı vardır. Orada doğumunun bir tarihî güne rastlaması üzerine şu satırları yazar: “29 Mayıs… Bu tarihin benim için ayrı bir hususiyeti daha vardır. Çünkü merhume anneciğim, bir 29 Mayıs gününün sabahında dünyaya getirmiş beni. Ve ben, gerek çocukluk, gerekse İslam’dan gâfil olarak yaşadığım cahiliye dönemimde, doğum günümün 29 Mayıs oluşundan büyük bir sevinç ve gurur duyardım. Her sene, o büyük günde yapılan tantanalı merasimler, sanki aynı zamanda benim için yapılır, mehter benim için vurulur, Boğaz’daki Hisarlar, sanki benim için ışıl ışıl ışıklarla donatılırdı. O zamanlar beni böyle şanlı şanlı bir tarihî günde dünyaya getirdiği için Rabbime şükrederdim.”
29 Mayıs elem ve keder günümdür
Şenler, doğum günü ile ilgili neşesinin sürmediğini belirttiği yazısında bizi farklı bir âleme taşır ve şöyle der: “Gaflet uykusundan sıyrılıp imani ve İslami hakikatlere vâkıf olduğum günden bu yana, geçirdiğim her 29 Mayıs günü, benim için bir sevinç ve bayram değil, âdeta bir elem ve keder günü olmuştur. Evvelce sâfiyane neş’elenip, güldüğüm, eğlendiğim bu tarihî günde, artık daha elemliyim, kederliyim. Ve bu elemimin, Ayasofya’nın esaret zincirlerinden kurtarılıp yeniden ibadete açıldığını ve cemiyetimizin kadın-erkek, genç yaşlı, fert fert Fatih’in torunları vasfına lâyık gerçek Müslümanlarla, hakiki mü’minlerle müzeyyen kılındığını görmedikçe dağılıp, izale olacağını hiç mi hiç sanmıyorum…”
“Ümitvar olunuz!”
O, hep ümitliydi. “İslam Güneşi” başlıklı yazısında karamsarlıktan uzak olduğunu ifade ederek şöyle der: “Büyük mürşit, vefatından evvel inanan gönülleri şu müjdeyle serinletmişti: ‘Ümitvar olunuz! Şu istikbal inkılâbatı içinde en gür seda, İslam’ın sedası olacaktır.’ İnanan insan, her vakit ümitvardır, Allah’ın rahmet ve kudretinden ümidini kesmez. ‘İslam’ ise; zuhurundan bu yana hatta kıyamete kadar her zaman ve her an ‘seda’sı ‘en gür’ olandır.”
Türkiye’de en çok okunan romanlardan birisi de Huzur Sokağı’dır. Her yaştan ve kesimden binlerce kişi tarafından hâlâ ilgiyle okunan Huzur Sokağı, ilk olarak 1969 yılında Bugün gazetesinde tefrika edilmeye başlanınca büyük merak uyandırmıştı. Feyza ile dindar bir üniversite öğrencisi olan Bilal’in ‘Huzur Sokağı’nda yaşadıkları temiz aşkı anlatan kitaba alaka giderek arttı.
Huzur Sokağı, 100’ncü baskıyı aştı
Şenler, sadece Huzur Sokağı’nın yazarı değildir. O, İslami kadın hareketi açısından da önemli bir isim olup bu dava uğruna hapsi bile göze almış kahramandır. Hasan Aksay, Şule Yüksel’in 1960’lı yıllarda yazdığı sırada Türkiye’nin zor dönemden geçtiğini belirterek, “Erkeklerin bile mücadele edemediği o yıllarda bir kadın olarak cesur yazılar yazıp konuşmuştur.” demişti. Mehmed Fırıncı ve Mehmed Şevket Eygi de hüsn-ü şehadette bulunmuştu. 1980 Darbesinden sonra, bilhassa 28 Şubat’ta yaşanan başörtüsü zulmü ve utancı unutulmayacağı gibi Şule Yüksel Şenler’in fazilet mücadelesi de her zaman saygıyla ve şükranla hatırlanacaktır.
İslam’ı anlattı, davasını yazdı
Yazarımız bir kaç yıl önce rahatsızlığı dolayısıyla hastaneye yattığında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Hanımla birlikte kendisini hastanede ziyaret etmişti. Örnek bir devlet adamındaki bu vefa hissi, unutulmayacak derecede ulvi bir haslettir. Bir nesle mihmandar oldu Şule Yüksel, mücadele etti, İslam’ı anlattı, davasını yazdı. Anadolu’yu karış karış gezerek genç kızlarımıza başörtüsünü sevdirdi. O, hastalıklarıyla uğraşırken bile Rabbine şükrediyordu. Örnek bir hayatı yaşamış, hayırlı ve müspet bir çığır açmıştı. “Ardımızdan azimle iradeyle gelecek gençler için Allah’a şükrediyorum.” diyordu. Eyüpsultan Camii’ni dolduran binlerce vefalı genç kızımız, gelecek adına bize ümit verdi. Şükürler olsun ki Türkiyemizde özüne bağlı olan, değerlerine sahip çıkan yeni Şule Yükseller yetişiyor. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek olsun.