Yeni paradigma gerekli
Geçen yazımızda devlet ve toplum arasındaki bazı ilişkilerden bahsetmiştik. Devletle toplum arasındaki ilişki bize bir problemi daha göstermektedir. O da, zihniyet ile madde arasındaki ilişkidir. Bildiğimiz gibi temelde dünyayı ve olayları iki okuma biçimi vardır. Birincisi, zihni (idea) belirleyici kabul ederek, fenomenler (madde) dünyasında varolanları bu zihnin bir belirlemesi olarak okumak ki, buna idealizm deniyor. İkincisi ise, temel belirleyiciyi madde kabul ederek zihinde olanları onun belirlediğini kabul etmek ki, buna da materyalizm deniyor. Dinler birincisinin örneği gösterilirken, söz gelimi Marksizm ikincisinin örneği olarak sunulmaktadır.
Müslüman toplumlar, zihniyetin madde üzerindeki belirleyiciliğinden hareket ederler. Madde hakikatin kaynağı değildir. Bu yaklaşım, onların bir konuda dini bir emri söylemekle işlerin halledileceği gibi bir yaklaşımı benimsemelerini sonuçlamıştır. Fakat bu arada toplumsal yaşamda varolan gerçeklikler hiç dikkate alınmaz olmuştur. Söz gelimi; adaletin tartışıldığı bir ortamda, “zaten Allah da (CC) adaleti emrediyor” sözü ile adaletin ikame edileceği gibi bir beklenti ve algı oluşmaktadır.
Hiç şüphesiz temel ilkelerin sürekli hatırlatılarak, bunların zihinde bir ideal olarak tutulmaları önemli ve anlamlıdır. Ancak, toplumda varolan sorunların hakkından gelmek için, sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik bir takım tedbirler almak gerekmektedir. İşte bu noktada, bilim yeterince ciddiye alınmamakta, hatta sorunlar daha çok mistik ve metafizik alanın içinden çözülmeye çalışılmaktadır. Bu ise sorunları daha da derinleştirmektedir.
Materyalist yaklaşım, hakikatin kaynağını madde olarak gördüğünden toplumdaki tüm sosyal, siyasal, kültürel sorunların merkezine de onu yerleştirmektedir. Özellikle Marksist çözümlemeler sorunların analizinde ekonomik ve sınıfsal ilişkilere merkezi bir yer verirler. Aslında bu tür çözümlemelerin isabetli olduğu yerler vardır. Ya da şöyle söyleyebiliriz. Bu analizlerin gerçeklik payı vardır. Ancak sorunu tümüyle sınıfsal ve ekonomik ilişkilerin (=madde) içinden açıklamaya çalışmak gerçekliğin sadece bir boyutudur ama tümü değildir.
Aliya İzzetbegoviç meşhur çalışması Doğu ve Batı Arasında İslam kitabının başında “eğer sosyalizmi tümüyle reddederseniz, İslam’ın da bir kısmını reddetmiş olursunuz” derken, aslında önemli bir konuya değiniyordu. Özellikle çağdaş dönemde varolan ideolojilerin de dünyayı bir okuma biçimi olduğunu; bunların kendi içinde birer sistem kurmaya çalıştıklarını biliyoruz. Fakat bu seküler ideolojilerin iki problemlerinden birisi “içkin”lik ise, bir diğeri de hakikat fikrine bütüncül bir şekilde yaklaşamamalarıdır. Yoksa onların hakikatten hiçbir şey ihtiva etmediklerini söylemiyoruz.
Müslüman dünyanın bu bağlamda iki önemli sorunla muztarip olduğunu belirtmeliyiz. Birincisi, Post/modern dünyada varolan güç ilişkilerini yeniden üreterek kendilerini var kılmaya çalışmaktadırlar. “Hak” merkezli bir dünya anlayışı, farklı bir paradigmal düzey olarak yeniden inşa edilmelidir. Bu arada sürekli mazeret üreterek yapmaları gerekenleri de ertelemektedirler. Küresel aktörlerin sürekli bizim aleyhimize çalıştıkları söylemi bir gerçekliği ifade eder. Ancak bu söylemi yegane şemsiye kılarak, bir özne olarak kendimize odaklanmamak sorunları daha da derinleştirmektedir. Bu durumda “dış güçler” sürekli bizim kırılganlıklarımızı kullanmaktadırlar.
İkincisi de, dünyalılaşamamak anlamında bilim ve bilgiyle sağlıklı bir ilişki kuramamış ve bilgi üretememiş olmalarıdır. Bu durum dünya ölçeğinde Müslümanların dayak yemesine sebep olmaktadır. Dünya yeni bir paradigmayı bekliyor.