Yeni 'kültür' Stratejisi
İnsanın neliği, özgürlüğü ve toplumla ilişkisi bağlamında iki teori kendisini göstermektedir. Birincisi, insanın her halükarda bir kültür tarafından belirlenmişliğidir. Buna göre kültür bir nevi kaderdir. İkincisi, insanın içinde yaşadığı kültürü aşabileceğidir.
“Kültür” kavramını bir bilgilenme ve
entelektüel içerik gibi dar anlamıyla değil, burada hayata dair insanı kuşatan
ve insanda içerilen bir yol haritası şeklinde daha geniş anlamıyla tanımlamaktayız.
Bu bağlamda kültür, bir toplumda yaşayan insanların aileden ekonomi, siyasetten
gündelik hayata kadar iş yapma tarzlarını ele vermektedir. Bu yönüyle kültür
toplumları birbirinden farklılaştıran bir unsurdur.
Esasen insan bir kültürün içine doğmaktadır.
Bu anlamda kültürün insandaki belirleyicilik oranının yüksek olduğunu
söyleyebiliriz. Özellikle genel kitle, kültürü bir yol haritası olarak hayatına
dahil ettiğinden, onu devam ettirme noktasında son derece katıdır. Biz bunu
âdetleri ve alışkanlıkları sürdürme konusundaki ısrarlardan anlamaktayız.
“Alışkanlık” şeklinde adlandırılan şey, bir yönüyle kültürün devamlılık
kazanmış boyutudur. Diğer yandan insan içinde yaşadığı kültürü değiştirebilecek
ve onu aşabilecek güce de sahiptir.
Bugün insanların ekonomik, sosyal,
siyasal, eğitsel vb. birçok alanda şikayetleri bulunmaktadır. Esasen bu
şikayetler bugüne mahsus olmayıp, iyi bakıldığında geçmişten bu yana devam
etmektedir. Fakat zaman zaman görece iyi durumlar yaşandığında şikayetler
azalmış görünmektedir. Öncelikle şunu iyi bilmek gerekir ki, bu şekilde devam
ettirilen “iş yapma” tarzı devam ettiği sürece şikayetlerin konusu
değişmeyecektir. Öyle bir durum düşünün ki, insanlar hem şikayet etmekte hem de
o şikayetleri üreten kültürü devam ettirme noktasında ısrarlı
davranmaktadırlar.
Bu durum en son Filistin’de gelişen
olaylar dolayımıyla kendisini yeniden göstermiştir. Fakat verilen tepkilerden
anlaşılmaktadır ki, değişen bir şey yok. İsrail’e hiç zaman kaybetmeden destek
olan Amerika ve İngiltere’nin tavırları karşısında potansiyel imkanları aslında
kuvvetli olan İslam dünyasının bir strateji geliştirememiş olması ciddiyetle
takip edilmesi gereken bir durumdur. Hiç şüphesiz bunun arkasında daha önceden
varolan Batı’nın hegemonik ve sömürgeci stratejileri etkili olmuştur. Müslüman
toplumlar bunun karşısında maalesef henüz tam olarak özgürleşebilmiş değiller.
Bu durumdan kurtulmanın yolu güçlü
olmaktan geçiyor. Ancak “güç” kavramına yüklediğimiz anlam daha çok eğitsel,
ekonomik, sosyal, kültürel olarak stratejiler oluşturmaktan ve çalışmaktan
geçmektedir. Bu bağlamda yine eğitimi birinci sırda zikretmeliyiz. Zira temel
sorunlarımızın başında eğitim geliyor. Bir eğitim felsefesi oluşturmaktan
başlayarak bilgi ve bilim üretmek, entelektüalite yaratmak artık kaçınılmaz.
Dolayısıyla üniversite ile ilgili oluşmuş konsepti değiştirmek, farklı bir
kültür yaratmak gerekiyor. Aynı kültürel değişimler ekonomiden siyasete bir
dizi yenileşmeyi gerekli kılmaktadır.
En başta anlaşılması gereken; mevcut
iş halletme biçimleri ile yürüme imkanının kalmamasıdır. Bunun için aceleci
aktarımlar yerine, bir “insan” felsefesi ve bu insanın çevresiyle ilişkisinin
yeniden kurulması elzem görünmektedir. Bozulan Tanrı-insan ilişkilerinden
başlayarak, insan-insan ve insan-tabiat ilişkilerinin külli olarak düzeltilmesi
köklü bir düşünce ile imkan dahiline girecektir.
Yakın tarih iyi takip edildiğinde
yapılan iş sadece bozulan yerlerin görüntüsünün düzeltilmesinden ibaret
kalmıştır. Bu sebeple kısa periyotlarla farklı alanlarda aynı sorunlar
yaşanmaya devam etmektedir. Esasen işe temelden girerek başlanmadığında,
ödenecek maliyetler daha fazla olmaktadır. Yeni “kültür” stratejisine olan
ihtiyaç acildir.