Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2972.97
BIST 100
9732.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Kasım 2020

Yeni icatlar çıkarmak

Felsefe dediğimizde çelişkili meseleler arası bir düşünmeden bahsedebiliriz. Problemler felsefenin biricik konusudur. Problemleri halleder mi, daha mı karmaşıklaştırır bilemeyiz. Görevci bir anlayışa sahip değildir. Bunu yüklenmez. Sadece düşünmeyi devam ettirir. Gönüllü boyun eğdiği bir üst değişmezi varsa belli noktalarda derin nefes alır. Kendini abartmamış ve sorgulatma cesaretini göstermişse ne ala… Lanet olsun değil de çok şükür huyluysa şayet. Dinginleşir. Fakat her durumda kendi icat ettiği yokuşa kendini sürer durur. Her durumda yeni icatlar çıkarır. Evet evet. Tam da bu. Yeni icatlar çıkarır.

Yaratılmış olmanın boyun borcudur; yeni icatlar çıkarmak. Bulmayan kaybolur. Gayba karışır değil. Bildiğin kayıp edilmiş olur varlıkça… Gayba karşı gelir.

Halk arasında öncesinde görülmemiş yeni başlangıçlar için kullanılan bu uyarı tabiri, düşünce ve sanat için vazgeçilmez bir şeydir. Kim bilir gelenekler ilk nasıl geldi, nasıl icad oldu konusu oldukça enteresan bir konudur. Geleneklerin yeni doğan, ilk gençlik, modernlik hali… Böyle olduğu halde geleneklerle gitmeye devam eden, süregelen hayat ve toplumlar çok sık değişkenlik istemez. İstikrara tutunur. Kendince haklıdır. Değişmez ve değişmesine gerek olmayan o kadar yanı vardır ki hayatın. Aynı şeylerin tekrarıdır günler biraz da. Temel ihtiyaçlar ve temelsiz lükslerin konusudur bu daha çok. Fakat ruhun o haklı doyumsuzluğunun dünyaya getirdiği düşünce ve sanat için bunu söyleyemeyiz. Aynı zamanda ruhun doyduğu düşünce ve sanat için… Yeni düşünceler, hayaller yani yeni icatlar çıkarmamız lazımdır ki ölmemiş olalım. Ruhumuz aç bil aç yaşamamış olsun. Bilim ve sanat açısından yaşam belirtisi bu. İcat çıkarmak!

İcat için de “mesele” çıkarmak gerekiyor. Müşkül kelimesini de kurcalamak ne de iyi gelir şimdi. Durulmak için bulandırmak anlamında en azından… Müşkülpesent/zorluklardan hoşlanan, zor beğenen olmak. O çoklarının kaçtığı arızanın başını okşamak, şaşırtıcı, tuhaf, yaygın düşünce tarzına aykırı olan ne varsa hepsini merdiven altı, zihin altı, gök ve yer altına bir ıslıkla toplamak gerekiyor. Zor fakat hareketli bir eyleme/düşünmeye dahil olan zihnin zevk alacağı bir zordan bahsediyorum. Böyle bir zihinsel arbedede, soru çengelleri elimizde problemlerin üstüne üstüne gitmenin zevkinden dolayı, problemlere ancak yerlerine yenileri geldiği zaman çözülebileceği iznini veririz. Her çözüm bir başka düğüme evrilir. Düğüm de çözüme meyyaldir. Evrenin dönen başını temsilen meseleler arası dönüp duran/tavaf eden zihnimiz ve içinde olduğu bu koca döngü bütün cevapları tutup bir de aşikâra saklamıştır iyi mi?! Biz de aşikâra altlarında cevapların saklı olduğu taşları arar gibi bakarız. Her bir soru çengeli bir taşı kaldırır. Cevabı orada o değilden, neredeyse iğreti saklıdır. Bizi özlemektedir. Bizir beklemektedir. Sarılır. Böyle durumlarda o büyük varlık sorumuz tebessümüne bir tebessüm daha ekler. Biraz daha yerleşir gibi olur köşemize.

Zaten yaşam büyük, boyumuzca değil belki, huyumuzca büyük bir cevap verebilmek değil midir? Cevabımızın yaşamsal aciliyeti ecelle görülmemiş bir danstadır. Müzik mi? İçimizdeki ahenk… Herkesin bestesi kendi içinde. Var oldum şarkısı ya da olamadım ağıdı…

Büyük kanaatleri besleyen şey; küçük kanılarımızın değişerek, icatlar çıkararak dönüşmesidir. O halde hemen her şeye dair belli kanılarımızı tekrar etmeyi yaşamak sanmayı bırakalım. Sanırım şöyle, demeyelim. Hiç sanmam öyle olduğunu, diyelim bazen de. Bir şeyler eksik, bu böyle gitmez, diyebilelim. Böyle gelmiş böyle giden her şeyin yolunu keselim. Gerçekten de öyle mi gelmiş veya başkaca gitme yolu, yeni bir güzergâh çizebilir miyiz, ona bakalım.

Derim ben.

Ya da sanat; bunu diyebilendir. Dedirtebilen...

Soru sorma ihtiyacını hissettirebildiğimiz kadar düşünce ve sanattan yana, düşünce ve sanatın içindeyizdir.

Özellikle -türlerine göre, az ya da çok- kitle sanatı olan sinemanın hiç soru sormamasını yadırgamalı. Saatlerce tutması ve hiçbir şey vermemesi. O kadar niceliği bir nitelikle ağırlamamış olması. Bir soru çengeli ikram etmeden, var olan kanıların tekrarı ile çekip gitmelerine kamera yumması… Ya da onca bakışı, açıyı yamacına toplamışken, onlara evvelce açılmamış hiçbir pencere açmaması… O güne kadar soluklanan bayat havayı ısıtmış olması… Üstelik düşünmeme salgının orta yerinde!

Sarf edilmiş onca imkân, onca emeğin sonunda bir sanat ürünü, bir sinema; üretim sürecinde olana da, tüketicisine de birkaç soru bırakabilmeli oysa. Bir arıza bildirimi yapmalı. “Bir şeyler iyi gitmiyor, hep beraber bir el atalım, bir gönül atalım abiler ablalar!” demeli.

İyi sinema, iyi felsefe anlamına da gelse ne iyi! Sadece belli bir bilimin, konumun, sanatın işi değildir ki düşünmeyi düşünmek. Düşünenlerin düşündüğünü yeniden düşünmek. Hiç düşünülmemişi bir de… Sanatın ya da sinemanın hangi dalında veya aşamasında yer alırsak alalım, edebiyatçı, tashihçi, tasarımcı veya kameraman, sesçi, ışıkçı, nihayet yönetmen olalım felsefe ile ciddi anlamda ilgilenmeliyiz. İlla ki yaşama dönüşmüş halde. Bir yaşam tarzı olarak. Daima bir şeylerini kaybetmiş te bulmaya çalışıyormuş gibi, bir zihinsel arama-tarama teyakkuzu ile henüz çıkarılmamış icatlarımızı cezbe alanımıza çekmeliyiz. Kanaatler silsilesinin sıkıcı tekrarına dur diyen, özel bir düşünce sıçraması, bir düşünme eylem planında olmalıyız.