Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2324.41
BIST 100
9079.97
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 Eylül 2019

Yeni eğitim sezonu, yorumsal yüzleşme veya hayalet gibi beliren soru

‘Dünyanın en uç köşesi teknik olarak fethedildiği ve ekonomik olarak sömürüldüğü zaman; istediğiniz herhangi bir olay, istediğiniz herhangi bir yerde, istediğiniz herhangi bir zamanda, istediğiniz kadar hızlı ulaşılabilir hale geldiği zaman; ‘canlı’ TV yayını aracılığıyla, aynı anda hem Irak çölündeki bir çatışmayı hem de Pekin’deki bir opera performansını ‘tecrübe ettiğiniz’ zaman; küresel dijital ağda, zamanın hızdan, her şeyin anlık gerçekleşmesinden ve simültane gerçekleşmesinden başka bir şey olmadığı zaman; bir realtyshow’un kazananı insanlar arasında gerçek bir kahraman olarak sayıldığı zaman; o zaman, evet, bütün bu kargaşanın üzerinden hala hayalet gibi beliren soru: Ne için? –Nereye? -Ve sonra ne?’

Bu paragrafın Heidegger’in 1930’lardan sonraki Avrupa’daki durumun teşhisinin ironik bir şerhi olduğunu belirten Slovaj Žižek’, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği tartışmaları üzerinden Avrupa Birliği’nin kendisini küresel ekonomi-politik düzlemde tartıştığı ‘Türk Marşı’ adlı yazısının bir kısmında yukarıda alıntıladığım soruyu sorma ihtiyacı hissediyor. Evet, bütün yapılıp edilenlerin üzerinde hayalet gibi beliren soru: Ne için? Nereye? Ve sonra ne?

‘Hayalet gibi beliren bu soru’nun çok alıcısının olmadığı bir çağdayız. Yapılıp edilenlerin her ne olursa olsun yapılıp edilmemesinin dert edildiği bu dönemde yıkıcı bir ‘performans’ dışında bir şeyin konuşulduğuna, tartışıldığına şahit olmak güç. Bugünlerde başlayan yeni eğitim-öğretim sezonumuz vesilesiyle alana ‘hayalet gibi beliren soru’nun açabileceği perspektif üzerinden kısaca değinmekte fayda var. Bu değini, soluksuz bir şekilde sürdürdüğümüz, büyük bir emek ve gayret sarf ettiğimiz, devasa bir nüfusu ve hatırı sayılır bir maddi sermayeyi yönlendirdiğimiz, inanılmaz boyutta zaman harcadığımız bir alana karşı muhasebe çağrısıdır. Muhasebe, esas itibariyle uyum aparatı olmayan, basit bir uzantı ve itaatkâr bir uyruk olmanın ötesinde bir ‘varlık’ belirtisi ve iddiasıdır. Muhasebenin niteliği de aynı şekilde söz konusu ‘varlık’ın niteliği ile doğrudan ilintilidir.

Malum olduğu üzere geçen yıl siyasal sistemde gerçekleştirilen değişimle ‘Başkanlık Sistemi’ne geçmiştik. İşlerin daha ‘hızlı’ ve ‘verimli’ olacağı gibi iddialarla yaptığımız değişikliğin ardından kurulan kabinede eğitim camiasının hayli teveccüh gösterdiği Sayın Ziya Selçuk Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirildi. Umutlu ve heyecanlı dönemin ilk günlerinde ‘100 Günlük Eylem Planı’ açıklandı. Ardından ‘2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’ ve ‘Yeni Ortaöğretim Tasarımı’ kamuoyuyla paylaşıldı. Bunlara ek olarak yaklaşık bir-iki ay önce Meclis’te kabul edilip yürürlüğe giren ‘11. Kalkınma Planı’nın eğitim ile ilgili bölümü zikredilebilir.

Mevcut eğitim-öğretim sistemimiz tarihsel olarak devraldıklarının üzerine son bir yıl içinde yukarıda sıraladığım metinleri mümkün kılan yaklaşımı ve metinlerin içerdiği düzenlemeleri ekleyerek yoluna devam ediyor. O halde ‘yorumsal yüzleşme’ biraz bu tarihsel olarak devraldığımıza, biraz bu son bir yıl içinde yaptıklarımıza ve yapmak istediklerimize, biraz da kim olduğumuza, neyin peşinde olduğumuza ve peşinde olduğumuz şeyi hangi koşullarda aradığımıza ‘hayalet gibi beliren soru’ ile yaklaşmayı zorunlu kılıyor.

Tarihsel olarak eğitim sistemimiz, başından itibaren, toplumu ve daha çok devleti geri kalmışlıktan kurtaracak ‘sihirli değnek’ olarak görüldü ve sadece ülkemizde değil tüm dünyada iki temel işlevle görevlendirildi: Birincisi sanayiye dayalı bir toplumsal yapının gereksinimlerine veya ekonominin ihtiyaçlarına uygun işgücünün yetiştirilmesi. (Sanayileşen ülkeler için işgücünü yetiştirecek eğitim. Sanayileşmemiş-sanayileşememiş ülkeler için ise eğitim, eşzamanlı olarak hem sanayileşmeyi getirecek hem de sanayileşmenin gerektirdiği işgücünü yetiştirecek.)İkincisi eğitim, devletin ideolojik-politik beklentileriyle uyumlu ‘makbul vatandaş’ı yetiştirecek. Zaman planlamasından mekân tasarımına, akredite edilen bilgi evreninden diploma tekeline uzanan geniş ölçekli düzenlemeler bu iki işlevin gerçekleşmesine dönük ayrıntılı müdahaleler olarak değerlendirilmelidir. İki temel işlevi üzerinden kabaca aktardığım modern eğitim-öğretim düzeneğinin şüphesiz teferruatlı ve hacimli bir hikâyesi var.

Teferruatlı ve hacimli hikâyenin yazılması, konuşulması, tartışılması önemli lakin o başlı başına başka bir fasıl. O zaman asıl mevzumuza tekrar dönelim. Biz yukarıda belirttiğim gibi iki temel işlevle ilişkilendirilmiş bir yapıyı devraldık. Son bir yılda yaptığımız düzenlemelerle devraldığımız bu yapıyı aynen sürdüreceğimizi de beyan ettik. Aynen sürdüreceğimizi beyan ettik derken sistemi, sistematiği devam ettireceğimizi kastettiğimiz anlaşılsın. Görüntüde pek çok şey değişiyor görünüyor. Ama işin esasında 19. Yüzyılın başında temelleri atılmış sistem olduğu gibi devam ediyor. Şimdi ‘yorumsal yüzleşme’ gereği ekonomik sistemin, teknolojinin, siyasal sistemin, ilişki biçiminin, kültürün ve kültürel aktarımın yapısal dönüşümler geçirdiği bir dünyada tarihsel-toplumsal varoluş koşulları belli olan bir sistemi-sistematiği niye sürdürdüğümüzün cevabını vermekle karşı karşıyayız. Neden sürdürüyoruz? Bu sistemden-sistematikten MEB mi çok memnun? Veliler mi çok memnun? Veya öğrenciler ile eğitimciler mi çok memnun? Ortada büyük bir akademik başarı mı var? Sistem ekonominin gereksinimlerini karşılayan nitelikli işgücünü mü çok başarılı şekilde yetiştiriyor? Yoksa devletin ideolojik-politik tercihleriyle ‘çelikten bir kütle’ gibi kaynaşmış toplumu, o toplumun temel bileşeni olan ‘makbul vatandaş’ı mı başarıyla yetiştirmiş bu sistem? Vaat ettiklerini gerçekleştirememiş ve sürekli bir takım teknik ve tali düzenlemelerle gerçekleştirilememiş vaatlerini yineleyen bir sistemi neden sürdürelim? Gerçekleştirilememiş vaatlerinin, sisteminde-sistematiğinde hiçbir değişikliğe gitmeden ve gitmeyi zinhar kabul etmeden, bu sefer gerçekleşeceğine neden inanalım? Üretim tezgâhı değişmeyen, girdi ve süreç sistematiği özenle muhafaza edilen bir yapıda sonuçtan şikâyet etmenin veya sonuçların başka türlü çıkacağına inanmanın makul ve mantıklı bir tarafı olabilir mi? Bunlar görece mevcut sistemin çok konuşmak istemese de kabul edebileceği sorular.

Ancak sistemin işlerliğine ilişkin bu sevimsiz soruların hayat bulduğu zemin dışında başka bir düzlem var ki o da ‘hayalet gibi beliren soru’nun alanına işaret ediyor. Ne için? Nereye? Ve sonra ne? Bu sorular varlıklarını ve zorluklarını hem sıra dışı kişilere hem de sıradışı koşullara borçlular. Ziya Gökalp’in ifadesiyle buhranlı dönemlerin soruları biraz bunlar. Zira rutinin belirli şekilde işlediği yerde varoluşsal sorular ne çok sorulur ne de sorulsa bile pek alıcısı olur. O halde bütün bu; bakanlık, müfredat, öğrenci, okul, öğretmen, strateji belgesi, eylem planı, vizyon belgesi, karne, ders, ödev, sınav, başarı, başarısızlık, diploma, meslek… kargaşasının üzerinde hayalet gibi o soru beliriyor. Evet, örneğin eğitime erişim yüzde yüze ulaştığında, bütün derslerde akademik başarı tam istenileni karşıladığında, bütün öğrencilerimiz nitelikli işgücüne dönüştüğünde, ‘üretim tezgâhından’ dört başı mamur şekilde ‘makbul vatandaş’ olarak mezun olarak hayata bırakıldıklarında, evet tam o anda cevap bekleyen o sevimsiz soru hala yerli yerinde duruyor olmayacak mı: Ne için? Nereye? Ve sonra ne?

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan