Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Aralık 2016

Yeni Düzene Geçiş

1979'da yaşanan petrol şoku dalgası petrol üreticisi şirketler (Küresel Sermaye) ile onlara karşı tutum alan ve ham petrole vergi koyan, dönemin ABD Başkanı Carter'ı karşı karşıya getirmişti. Carter yönetimi gittikçe eriyen desteğini yeniden kazanabilmek için son birkaç hamlede bulundu. Bu kapsamda, tam istihdam politikası yerine enflasyonla mücadele politikasına ağırlık vererek orta sınıf oyları kendine çekmeye çabaladı. Bu dönemde katı görüşlü bir parasalcı ekonomi yanlısı olan Paul Volcker'ı da Merkez Bankası başkanlığına getirdi. Böylece onun enflasyonla mücadelede para arzını ve faizleri düzenleme yaklaşımını uygulamasına olanak tanıdı.

1980'ler dünyada yeni bir ekonomik yaklaşımın popüler olduğu yıllar olarak ön plana çıktı. Reagan'ın seçilmesiyle beraber arz-yönlü iktisat yaklaşımı ABD ekonomisinde uygulanmaya çalışıldı. Başkan Reagan'ın ekonomik programında yer alan unsurlardan belkide en çok öne çıkan vergi indirimleri olmuştur. Başkanın ekonomi politikalarında diğer önemli unsurlar da kamu harcamalarının azaltılması, para arzının daraltılması, devletin piyasaya müdahalesinin azaltılması vb. olmuştur.

Amerika'da R.Reagan, İngiltere'de M.Thatcher'ın dışa açık büyüme modeli olarak lanse ettiği bu yeni sistem aynı zamanda küresel politikaların da başlangıcı kabul edilir. Yani ekonomik küreselleşme dünyayı tek bir pazar gibi görme, bu pazara yönelik üretme amacına dayanarak dünya ile uyuma dayanıyor. Küreselleşme, özellikle 1980'li yıllardan itibaren ortaya atılan neo-liberalizm ya da "yeni sağ" olarak adlandırılan politikaların gündeme gelişi ile birlikte hız kazanmıştır. Neo-liberalizm ya da "yeni sağ" 1980'li yılların başından itibaren ABD'de Ronald Reagan ve İngiltere'de Margaret Thatcher tarafından uygulamaya konulan bir dizi sosyo-kültürel, ekonomik, siyasal ve ideolojik boyutlar içeriyordu. Başlangıçta Reagan ve Thatcher ile birlikte anılan neo-liberalizm son 35 yıldır dünya genelinde en yaygın politik eğilim haline gelmiştir. Bu öğreti sistemi, küresel düzen fikrini de içeren "Washington Sözleşmesi" olarak da bilinmektedir. Neo-liberal Washington Sözleşmesi, ABD hükümeti ile büyük oranda belirlediği uluslararası finans kuruluşları (Küresel Sermaye) tarafından tasarlanan ve yine bunlar tarafından çeşitli yollarla(!) diğer ülkelerde de yürürlüğe konan piyasa merkezli ilkelerin bir araya getirilmesidir. (Türkiye'de 1980 darbesi ile 24 Ocak kararları rahatça hayata geçirilmiş ve neo-liberal ekonomi politikaları uygulanmaya başlanmıştır.) Yani soğuk savaş döneminin son yıllarına gelindiğinde ABD ulus devleti ile küresel sermaye bu sözleşme ile ortaklıklarını ilan etti. Ulus devletleri ortadan kaldırıp küresel dünya devleti kurmayı amaçladılar.

Ancak ABD-İngiltere ortaklığında büyütülen, birçok ülkenin ekonomik büyüklüğünden daha da büyük hale gelen küresel sermaye ile ABD ulus devletinin arasında küresel sermayenin hırsı, aç gözlülüğü ve dünyanın bölüşülüp yönetilmesi hususunda fikir ayrılığına düşülmesi sebebiyle ile gizli bir savaş başladı. Bu savaş bizim bildiğimiz türden cephe savaşları değil daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere ekonomik hamlelerden oluşan bir savaş. 2008 küresel finans krizinin de bu savaş kapsamında yaşandığını ve bu savaş başladığından itibaren küresel ekonomide ve uluslar arası sistemde bir paradigma değişikliğinin yaşandığını görüyoruz.

1980'li yılların başında ABD ulus devleti ile küresel sermaye arasında varılan antlaşmanın artık sonuna gelindiğini söyleyebiliriz. 8 Kasımda yapılan ABD Başkanlık seçimlerinde geçtiğimiz haftalardaki yazılarımda da belirttiğim gibi küresel sermayenin desteklediği Clinton'un değil de ABD ulus devletinin desteklediği Trump'ın seçilmesi ile son yıllarda harareti yükselen "yeni nesil küresel dünya savaşı" artık yeni bir boyut kazanacak belki de Trump'ın yapacağı hamleler ile artık nihayete erecektir. Serbest ticaret antlaşmalarına karşı çıkan Trump küresel sermayeye karşı adeta büyük bir hamle yapacak gibi görünüyor. Küresel sermayenin belirlediği yöneticilerin kaybedip ulus devletlerin belirlediği yöneticilerin ülke yönetimlerine gelmesiyle beraber dünya genelinde ciddi bir düzen değişikliği yaşanacaktır.

Küresel ekonomideki paradigma değişikliğini 2008 yılından beri artan korumacılık politikalarıyla görmeye başlamıştık. Bunun yanında negatif faiz oranlarına ekonomik hedeflere ulaşılamaması "para politikalarının sonuna mı gelindi?" sorusunu akıllara getirmektedir. Bu durumu da en net bir şekilde ikinci dünya savaşının ardından ABD ulus devleti ve küresel sermaye ortaklığında desteklenerek hızla büyüyen AB (Almanya), ve Japonya'da görüyoruz. İkinci dünya savaşının ardından Küresel sermaye tarafından desteklenen Almanya'nın ekonomik olarak AB'nin yükünün büyük bir kısmını sırtlaması ve bundan dolayı da AB'deki etkinliğini de biliyoruz. İngiltere'nin AB'den ayrılması ve son dönemde AB'de artan ırkçılık ve radikalizmi bu savaşın tetiklediğini söyleyebiliriz. Yeni bir döneme giriyoruz. Buna göre hazırlanmak lazım.