'Yeni dünya düzeni' ve çok uluslu şirketler
Soğuk savaş sonrası dönemin getirdiği koşullarla birlikte ortaya çıkan özel askeri şirketler, kısa sürede lojistik destekle başlayan faaliyetlerini harekat sahasına kaydırarak uluslararası sistemin savaşan aktörleri arasında yerlerini aldılar. Küresel sermayenin yönlendirdiği ve kar amacıyla hareket eden bu yapılar, Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte kendilerine açılacak yeni faaliyet alanları buldular ve oluşturulmaya çalışılan "Yeni Dünya Düzeni" olarak adlandırdıkları dönemde bu şirketler yaygınlık kazandı.
Tek amaçları para kazanmak olan ve küresel sermaye ile birlikte hareket eden bu şirketler milli devlet olgusunu aşmakta, sınır ötesi menfaat gruplarını ve değişik milletlere mensup bireyleri sıkı menfaat bağlarıyla birbirine bağlıyor. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek şu ki; Küresel ve gerçek anlamda ulus ötesi şirketlerin sayısı azdır ve en başarılı çok uluslu şirketler, ulusal tabanlarına bağlı kalmaktadır. Çok uluslu şirketlerin dünya ticaretinin üçte ikisini gerçekleştirdiğini ve dünya ticaretinin yaklaşık dörtte biri de aynı çok uluslu şirketlerin değişik firmaları arasında bulunduğunu göz önüne aldığımızda yaşadığımız savaşın arkasındakileri daha net bir şekilde görebiliriz. Bu askeri şirketler küresel sermayenin talimatıyla terör örgütlerinin içine yerleşerek onlarla birlikte hareket edip bağlı oldukları ulusun talimatları doğrultusunda küresel sermayenin daha rahat hareket edeceği ortamı hazırlamak için çeşitli terör saldırıları organize etmektedirler.
7 Haziran seçimleri sonrasında hiçbir partinin tek başına iktidar olamamasını fırsat olarak değerlendiren güçler, Suriye ve Irak'ta yıllardır bitmeyen terör ve iç savaşın içine, bizi içeriden PKK'nın dışarıdan da DAİŞ'in hain saldırılarıyla çekmeye çalıştılar. Türkiye'yi iktidarsızlaştırmaya çalışan bu güçlere binlerce yıllık devlet tecrübemiz ve kahraman askerlerin güçlü ve kararlı mücadelesi ile çok sert bir cevap verildi.
Mücadeleyi büyük ölçüde kazanan Türkiye'ye büyükşehirlerde gerçekleştirdikleri terör saldırılarıyla yön verme çalışmalarına devam ediyorlar. Türkiye'ye karşı birçok çeşit saldırı gerçekleştiren bu güçler yaptıkları saldırılar ile turist ve sıcak paranın ülkemize gelmesini engellemeye çalışıyorlar.
Son dönemde yaşadığımız bu küresel yeniden yapılanma süreci olarak da değerlendirilen bu süreçte sermaye hareketliliği uygulanan faiz politikalarıyla birlikte gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere doğru değil, yine gelişmiş ülkelere doğru akıyor. Bu durum küresel anlamda homojen ve bütünleştirici bir ekonomik yayılmanın önünde engel oluşturuyor.
Tüm bu saldırılara, bölgemizdeki jeopolitik gerginliklere, ticaret ortaklarımızda yaşanan sorunlara ve küresel ekonomideki zayıf seyre rağmen TÜİK'in açıkladığı verilere göre Türkiye bu yılın ilk çeyreğinde %4,8 oranında büyüdü. Türkiye ekonomisi 2009 yılı son çeyreğinden itibaren 26 çeyreklik dönem boyunca aralıksız büyümesini sürdürdü. Büyümenin alt bileşenleri incelendiğinde en yüksek büyüme oranı %9,7 ile dolaylı ölçülen mali aracılık hizmetlerinde gerçekleşti. Sanayi sektörü bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %5,9 büyürken hizmet sektörü bir önceki yılın aynı çeyreğine göre, sabit fiyatlarla %5,1 büyüdü. Özellikle Çin açısından bakıldığında, dünya ticaretinin talep yönlü daralmasının etkisiyle büyüme oranlarının gerilediği dünya ekonomisine bakıldığında Türkiye birinci çeyrekte büyüme oranıyla Avrupa birincisi oldu.
Piyasalardaki son dönemdeki iyimserlik, Fed toplantısı, ardından "Brexit" (Brexit, Britanya'nın Avrupa Birliği'nden ayrılmasına verilen isimidir) oylaması ve aynı zamanda ABD'deki siyasi gelişmelerin piyasalarda sarsıntı yaratma riski taşıması ile birlikte, yerini tedirginliğe bırakmış görünüyor. İngiltere'nin AB'den ayrılması durumunda, sterlinin küresel piyasalarda değer kaybetme ihtimali ve böylece küresel ekonominin de daralma yönünde etkilenmesi bekleniyor.
Küresel güç savaşlarının yaşandığı günümüzde Ortadoğu bölgesinde bu güç mücadelesinin kanlı yüzünü görürken AB ülkelerinde dağılma riski ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Britanya'nın AB'den ayrılması durumunda zaten ekonomik anlamda sıkıntılar yaşayan AB'de birlikten ayrılma düşüncesi yaygınlaşmaya başlayacaktır. Fransa'da yaşanan grev ve kaos ortamı AB'nin içinde bulunduğu sıkıntılı durumun bir dışa vurumu olarak söylenebilir.
2013 yılında görüşmelere başlanan TTIP antlaşması hem Avrupa'ya hem de ABD'ye ekonomik anlamda sayısız faydaları olacakken hala bir neticeye ulaşamadı. Ekonominin Asya bölgesine özellikle de Çin'e kaymasıyla ABD ve AB bu antlaşma ile birlikte ekonomiye yeni bir rota çizmek istiyorlar.
Son dönemde dünya genelinde gerçekleştirilen operasyonlarla siyasi ve ticari haritaları yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Bunun yanında bölgemiz başta olmak üzere demografik dizayndan enerji rotasına, kaynaklar üzerindeki hakimiyetten yönetim sistemine birçok alanda güç mücadelesi tüm hızlıyla devam ediyor.