Yeni döneme hazırlık
Özellikle son dönemde dünya ekonomisinde yaşananlar pek normal bir seyiri izlemiyor. Sürekli olarak tekrar ettiğim bir husus şu ki dünya ekonomik ve siyasi sistemi yeniden bir yapılanma süreci içerisinde. Türkiye de bu süreç içerisinde kendisini olması gereken yerde konumlandırmaya çalışıyor. Bu olağan dışı süreç içerisinde Türkiye ekonomisindeki gelişmelere gelin beraber göz atalım.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun geçtiğimiz hafta başında açıkladığı enflasyon verilerine göre fiyatlar Mart ayında bir önceki aya göre %0,04 düşüş gerçekleşirken bir önceki yılın aynı ayına göre %7,46 artış gerçekleşti. Beklenenden daha olumlu gelen TÜFE verilerinde göz ardı edilmemesi gereken husus; Fiyatlarda gözlemlenen tüm geçici etkilerin arındırılması suretiyle oluşturulan çekirdek enflasyon verisi hala %9,5 oranında. Şubat ayında sanayi üretimi bir önceki aya göre %0,5 artarken bir önceki yılın aynı ayına göre %5,8 arttı.
Verimlilik ve yatırımlardaki artış ile rekabetin önündeki engellerin kaldırılmasıyla enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi gerekmektedir.
Geçtiğimiz hafta Genç-Kon çatısı altında faaliyet gösteren Mostar Gençlik Federasyonu İktisadi ve İdari Bilimler Kulübü'ndeki gençlerle birlikte OECD'den derlenen istatistiku00ee veriler üzerinden gerçekleşen sohbette Halil Acar ve Muhammed Emin Uğurlu'nun yaptığı sunumda Türkiye'de çalışma saatinin yüksek ancak verimliliğin düşük olduğu üzerine tespitler ortaya çıktı. Verimliliği artırabildiğimiz ölçüde rekabetçiliğimiz
Gerek AB gerekse Japonya düşük enflasyon oranından dolayı faizleri indirirken biz yüksek tüketim harcamalarımız ile enflasyonu desteklemeye devam ediyoruz. Dönem dönem azalma gösterse de yıllar itibariyle bakıldığı zaman tüketim harcamalarımızda genel bir artış yaşanıyor. Aynı şekilde tüketici ve konut kredileri verilerini incelediğimizde de yıllar itibariyle sürekli bir artış gerçekleştiği görebiliriz. Tüketim harcamaları verileri de bize ağırlıklı olarak konut ve otomobil alımına para harcadığımızı göstermektedir.
Bazı ülkelerin tasarruf oranlarının Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarına oranına baktığımız zaman Türkiye'nin çok gerilerde olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin; Türkiye'de bu oran 14,02 iken Katar'da 56,02, Çin'de 49,47, İran'da 47,25, Suudi Arabistan'da 45,83, Endonezya'da 31 seviyelerindedir
Yüksek faiz demişken son dönemde olması gerekenin dışında şeyler yaşanıyor. Normal bir dönemde paranın yüksek faizli ülkelere gitmesi gerekirken karmaşık ve zor bir küresel konjonktürden geçtiğimiz bu dönemde para yüksek faizli gelişmekte olan ülkelerden sıfır/negatif faizli gelişmiş ülkelere gitmektedir. Geçtiğimiz yıl gelişmekte olan ülkelerden 530 milyar dolardan fazla para çıkışı yaşandı. Kaldı ki gelişmiş ülkelerden çıkan parayı da düşündüğümüzde ciddi miktardaki paranın (doların) ana vatanına döndüğünü söyleyebiliriz ki bu nedenle ABD dolar endeksi bütün para birimlerine göre ortalama olarak son 30 yılın zirvesine çıktı.
Türkiye tasarruf oranları düşük bir ülke olması nedeniyle dünyadaki para trafiğinden çok etkilenen bir ülke konumundadır. Bu yüzden özellikle FED'in ve ECB'nin para politikalarına karşı çok duyarlıyız. FED'in faiz artırması Türkiye'ye gelecek olan yatırımcıları önlerken, ECB'nin genişleme politikası bizim için bir avantajdır. Ama Euro/Dolar paritesinin azalması ihracatı olumsuz etkiliyor ve yatırımcıların gözünü korkutuyor. Sonuçta ihracata dayalı bir ekonomi olmamız, yapılan ihracatın büyük kısmının Euro ile yapılması ve ithalatın büyük bir kısmının Dolar ile olması ekonomik anlamda tehlike oluşturuyor. Aslında ana pazarımızın büyük bir kısmını Avrupa'nın oluşturması bizim için bir risk. Tüm yumurtaları aynı bir sepete koymak gibi değerlendirebili