Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Temmuz 2018

Yeni dönem, yeni Türkiye

Türkiye, her açıdan büyük değişimler yaşayan bir ülkedir. 2002 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde iktidara gelen AK Parti, Türkiye'yi tahminlerin ötesinde bir noktaya taşımış bulunmaktadır. Geleceğe dair öngörüde bulunmak imkansızlık derecesinde zordur. Ancak bugün itibariyle söylenebilecek şey, Türkiye'de hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktır. Türkiye'de işlerin sahici anlamda yeni bir mantıkla yapıldığı bir döneme girmiş bulunmaktayız.

24 Haziran seçimlerinden sonra iktidara tekrar gelen ve Cumhurbaşkanlığını elde eden Erdoğan ve AK Parti, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen başkanlık sistemini fiilen uygulamaya koymuşlardır. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı Erdoğan, devletin başında, ortasında, sonunda, kısacası her yerinde bulunan merkez lider konumundadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın merkezde olması, onun içte ve dışta her zamankinden daha fazla gündemde olması anlamına gelmektedir. Bundan sonra yapılacak bütün konuşmalar ve tartışmalar, tamamen Erdoğan paradigması merkezli yapılacak ve sürdürülecektir.

Türkiye'nin en önemli sorunu yönetim sorunudur. Şimdiye kadar ülkemizde başarılı bir yönetim pratiği ortaya konmamıştır. Yeni Türkiye kavramlaştırması, yıllardır yaşadığı krizleri ve sorunları aşmış bir ülke özlemini ifade etmektedir. Başkanlık sistemi, büyük güç transferlerinin kolaylıkla yapıldığı bir mekanizmaya indirgendiği ve bu şekilde uygulandığı halde, ülkemizin daha iyi ve kaliteli yönetim ihtiyacına cevap vermeyecektir. Toplum, yeni hükümet sisteminin, ülkenin yıllardır kronikleşen ve kriz haline gelen sorunlarından bir çıkış yolu üretmesini umut etmektedir. Türkiye'nin, demokratik, şeffaf, hukuki, işlevsel ve verimli niteliklere sahip yeni bir yönetim sistemi oluşturması ve uygulaması, ülkemiz açısından büyük bir kazanç oluşturacaktır.

Milli irade kavramı, şu anda siyasal hayatımızın en merkezi kavramıdır. Milli irade kavramına göre şekillenen yeni sistemin, sadece yönetimden değil, toplumu kapsayan, toplumun katılımına imkan veren ve toplumla iletişime imkan veren bir yönetişim modelini esas alması gerekmektedir. Türkiye, 21. yüzyılda demokratik, adil, işlevsel, katılımcı ve verimli bir yönetişim modeliyle geleceğe yürüyebilir. 24 Haziran'dan sonra yürürlüğe konan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi sayesinde Türkiye'nin, yeni bir yönetişim modeli ortaya koyarak yıllardır içinde bulunulan yönetim krizini aşma imkanı bulunmaktadır.

Türkiye'de yıllardır derin bir yönetim krizinin yaşanmasının nedeni, iktidar sahiplerinin kendilerini pasif uydu olarak konumlandırması ve bu misyonu içselleştirmiş olmasıdır. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni sistem sayesinde Türkiye'nin içte ve dışta artık kimsenin uydusu olmayacağını ifade etmektedirler. Türkiye'nin kimsenin uydusu olmaması, toplumsal tasavvur dünyasında küllerinden yeniden doğmak anlamına gelmektedir. İçte ve dışta uydu olmamak, aslında ülkemizin eğitim, hukuk, dış politika, ekonomi, siyaset, enerji, aile, kültür ve diğer konularda yeni dönemde uygulayacağı politikaların niteliğine, işlevine ve muhtevasına bağlıdır. Göreve başlayan yeni yönetimi, isimler üzerinden değil, üretecekleri ve uygulayacakları politikalar üzerinden değerlendirmek lazımdır. Toplum, özellikle eğitim, sağlık ve ekonomi konularında uygulanacak yeni politikalarla kendisine nefes aldırılmasını sabırsızlıkla beklemektedir.

Devletin, pasif bürokratik kurumlar olarak yönetildiği dönemler geride kalmıştır. Göreve atanan birçok hükümet üyesinin, bürokratik kurumlardan değil de iş dünyasından gelmesi önemlidir. Başka bir ifade ile eğitim, turizm ve sağlık gibi alanlarda görev verilen kişilerin iş adamı kimliği öne çıkmaktadır. Devlet, artık iş kapısı olmaktan çıkarılmalıdır. Yeni dönemde ihtiyaç duyulan şey, iş kapısı açan devlet değil, girişimci devlet konseptinin hayata geçirilmesidir. Ülkemizin sorunlarını sahici anlamda anlayan, teorik derinliğe ve pratik yaratıcılığa sahip, gelecek yönelimli girişimci bir anlayışla devlet yönetişimini gerçekleştirmek gibi çetin bir görev, yeni yönetim kadrosunun önünde bulunmaktadır.

Türkiye, 1950 yılına kadar tek parti diktatörlüğüyle idare edilmiş bir ülkedir. 1950 sonrası başlayan çok partili siyasal hayat, ülkede parlamenter sistem ve demokratik seçimler olmak üzere bir çok pratiğin ve kurumun gelişmesini sağlamıştır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri, ülkemizde demokrasiyi ortadan kaldırmış ve toplumun her kesiminde büyük tahribatlara yol açmışlardır. 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi, ülkemizde radikal bir rejim değişikliğini amaçlamış ve FETÖİZMİ ülkemize dayatmaya kalkmıştır. 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin yenilgiye uğratılmasından sonra 16 Nisan referandumuyla, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kabul edilmiştir. 24 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo, ülkemizde demokrasi, barış ve istikrarın sürmesi ve korunması için başkanlık sisteminin uygulanmasını zorunlu kılınmıştır. Şu anda Türkiye, hızla başkanlık sisteminin uygulanması için bütün devlet işleyişini köklü bir şekilde değiştirecek düzenlemeler yapmaktadır. Şimdiye kadar uygulanmış parlamenter sistem geleneği üzerine yeni sistem kurulmaya çalışılmaktadır. Yeni bir idari ve siyasal sisteme geçiş, kendisiyle beraber yeni umutlar, fırsatlar ve imkanlar anlamına geldiği gibi, doğal bir şekilde sorunlar, krizler ve zorluklar anlamına da gelmektedir. Yeni yönetim kadrosunun, 15 Temmuz darbe girişiminin ve FETÖ çetesinin ülkemizde neden olduğu tahribatı onaran, demokrasimizi güçlendiren, barış ve istikrarı destekleyen politikaları bir an önce hayata geçirmesini toplum talep etmektedir. Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın belirlemiş olduğu yönetim kadrosunun nitelikleri, yeni sistemin icracı ve sorun çözücü bir perspektifle uygulanacağını göstermektedir.