Dolar (USD)
34.74
Euro (EUR)
36.57
Gram Altın
2955.50
BIST 100
9827.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 May 2023

Yeni dönem politikaları

Seçimi kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son döneminde Atatürk’ten sonra en uzun süre Cumhurbaşkanlığı makamında kalan kişi olarak tarih yazacağı anlaşılıyor.

Fakat bu sürede Türkiye’nin ekonomi ve enerji politikasında neler olacak belli değil.

AK Parti Genel Merkezi’nde gelenekselleşen balkon konuşmasını bu seçimle birlikte sonlandıran Erdoğan, Külliye’de 320 bin kişinin karşısında bir konuşma gerçekleştirdi.

Bu son dönem için verilen görev onayının da meydanlarda gösterilme amacının bir göstergesiydi.

Seçim döneminde benzer düşüncenin altını çizmek için İstanbul’da da milyonları geçen kalabalık toplanmıştı.

Fakat Erdoğan’ın konuşma için Külliye’ye seçmiş olması aynı zamanda devletçi bir tutuma da işaret ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Devletin kaderi ile bizim kaderimiz birleşti.” ifadesini kullandığı andan itibaren daha çok devlet politikası noktasında hareket etmeye başladı.

Bununla birlikte AK Parti’ye 7 puan kaybettirilen birçok politikanın hayata geçirilme zorunluluğunun meydana geldiği de anlaşılıyor.

Partisinin oy kaybına neden olan güven sorununun Erdoğan karşı yaşanmamış olması aslında güvenlik merkezli politikalar nedeniyle gelen “Devletleşti, devlet düşüncesine kapıldı.” eleştirilerini de içinde barındırıyor.

Erdoğan’ın güvenlik merkezli politikalarla ilerlemesi muhalefetin de bu kapsamda birleşmesine neden olmuştu.

Bunun en bariz göstergesi, PKK ile mücadelede Meclis’in adres gösterilmesi ve Trump’ın “Ekonominizi mahvederim.” çıkışı karşısında boğun eğmemek için Merkez Bankası rezervlerinin kullanılması sürecinde muhalefetin yine bu rezervler üzerinden Erdoğan’a yüklenmesiydi.

Şüphesiz, muhalefetin "haklı" olduğu yerler olsa da Türkiye’nin bütünlüğü ve “Yeni bir dünya kurulur Türkiye’de orada yerini alır.” yaklaşımının her şeyin üzerinde olduğu düşüncesi baskın geldi.

Çünkü, Türk devlet geleneği, ayakta kalmak için Sevr ve devamında gelen Kurtuluş Mücadelesi'nin ne kadar da çetin olduğunu gösterdi.

Bunu bir daha yaşamamak için Batı tarzı demokrasilerde olduğu gibi içten demokratikleşen bir süreç yerine devletin yönlendirdiği ve bütünlüğünü korumanın önceliklendirildiği bir sürecin esas kabul edilmesi, anlaşılması zor olmayan bir devlet refleksini gösteriyor.

Peki bundan sonra ne olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zafer konuşmasında kimseye kırgın ve küskün olmadığını belirttikten sonra CHP’yi yine merkeze oturtan bir dizi eleştiriyi dile getirmesi Erdoğan’ın gelecek dönem siyasetinde de Süleyman Demirel’in yapmaya çalıştığı "sol geleneği dizayn etme" çabasının süreceğini gösteriyor.

Atatürk’ün Partisi'nin artık "esas çizgiye gelme" zorunluluğunu gözler önüne seren bu sonuca rağmen, hâlâ kendisine makam mevki devşirmek isteyenlerin verdiği gazlarla kukla gibi koltukları doldurmak isteyenler Türkiye’nin geleceğinde yer alamayacağı gibi, CHP gibi tarihi önemi olan bir partiyi de geride bıraktığı herkesçe kabul görüyor.

Tüm bu bakışları birleştirerek Türkiye’nin gelecek dönem çalışmalarında daha devletçi bir yaklaşım sergileyeceğini söylemek sır olmaz.

Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “Dostlarımızla kazanacağız!” yaklaşımının bir benzerini Erdoğan dostlarıyla kazanarak gösterdi.

İlham Aliyev’in açık desteği, Putin’in Erdoğan’ı öven yaklaşımları ve Ortadoğu’da Katar başta olmak üzere birçok Arap devletinin açık destek vermesi aslında Erdoğan Türkiyesi'nin gelecek planlamasında Batılı muasır medeniyet hedeflerinin çok da yer almadığını gösterdi.

"Batı'ya yaslanarak kazanmak" yerine "Batı’ya rağmen kazanmanın" bu topraklarda ne kadar da içselleştiğini iyi görmek gerekiyor.

Çünkü her ne kadar Osmanlı tarihsel sürecini tamamlasada, onun bıraktığı mirasa sahip çıkma güdüsü hâlâ yüreklerde oldukça canlı bir yer alıyor.

Aynı zamanda bu düşüncenin paydaş ülkelerin halkları hatta bazılarının yönetimleriyle de paylaşılması, Türkiye için geleceğin Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri gibi Batı tandanslı bir yaklaşımda değil, aksine tarihi değerlerini içeren Doğu yaklaşımında karşılık buluyor.

Erdoğan’ı ilk tebrik edenlerin resmi sonuçları beklemeden açıklamada acele etmesi bunun işaretiyken, Çin ve Batılı devletler başta olmak üzere daha uzakta kalan devletlerin yavaş davranması bu içselleştirmenin tezahürü gibi görünüyor.

O zaman Erdoğan’ın son döneminde bu bilinçle ve destekle bulduğu alanda hareket edeceğini söylemek çok da abartı olmaz.

Bu minvalde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerikan Dolarına bağımlı uluslararası ticareti bitirme noktasında daha sert konum alacak ve buna ilişkin bir düşünceleri destekleyecektir.

Bundan sonra ortak para birimleri ya da yerel para birimleriyle yapılacak ticarette Türkiye’nin daha cesur bir tarafta duracağını söyleyebilirim.

Eğer parasal adımları iyileştirmek adına Dijital Türk Lirası ile birlikte toplumsal adaleti tesis edici vergi düzenlemelerini hızla gerçekleşirse ortak para birimi konusunda dünya ile daha entegre ve uygulanabilir politikalar önerilebilir.

Ayrıca, yeni kabinede yer alacak Dışişleri Bakanı'nın bu sürece katkı sunacak bir isimden biri olması her şeyi daha da kolaylaştırabilir.

Dünyanın sorunu Doğu’nun üretmesi Batı’nın tüketmesidir.

Batı sadece ARGE ile hayatını sürdürmekte gibi görülse de esasında turizm ve kültürel baskınlık ile marka dayatması Batı’nın üstünlüğünü perçinleyen esaslardır.

Türkiye’nin bu kapsamda oyun değiştirici bir rolü olabilir ama önce bunun için hazır olma zorunluluğu açıkça kendisini gösteriyor.

Faiz politikasında, düşük faizin enflasyonu aşağı çektiği prensibi Batı’ya satılacak mallarla elde edilen Dolar ve Euro’ya dayanıyor.

Batı paradigmayı reddeden yaklaşımlarla Batı’ya daha fazla mal satma arzusu zorlu bir dış politik serüvene ihtiyaç duyuyor.

Asya’nın tutumu bu aşamada belliyken Afrika’nın da bu konudaki tutumunda rol alıcı bir Türkiye görebilirsek, o zaman oyunun değiştiğine şahit olabiliriz.

Tüm bunlar ışığında uluslararası finans çevrelerinin kabul edeceği isimlerle ekonomide yol yürüneceği ifadesinin Mehmet Şimşek gibi isimleri öne çıkarması olası olsa da, Batılı ekonomik düzenin tanıdığı isimleri seçmenin Batı’dan kopuşu ne ölçüde sağlayabileceği konusunda emin değilim.

Bu da ABD Doları ve Euro konusunda "bağımlılıktan kurtulmak" yerine Türkiye’nin gelecek beş yılında yine denge politikasıyla hareket edeceğini ama bu sefer ayağının büyük kısmının artık Doğu’da kalacağını bana düşündürüyor.

Reform ihtiyaçları ortada olduğu süreci Türkiye için aks değiştirmenin çok da bir anlamı yok.

Daha sert yumruk yerine daha uzlaşma yanlısı bir dil kullanmanın gerekliliği hiç olmadığı kadar kendisini dayatıyor.

O zaman yapılacak şeylerin masayı dağıtmaktan ziyade masayı genişletme olduğu açıkça görülüyor.

Benden söylemesi...