Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.97
Gram Altın
2462.34
BIST 100
9883.27
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 May 2020

Yeni Bir Türk Destanı Yazılıyor! Siz Neresinde Olmak İstersiniz?

Churchill, yeni dünya düzeninde Ortadoğu’nun kontrol edilebilmesi ve İngiliz menfaatlerinin kalıcı olması için Türkiye ya da Rusya ile anlaşılması gerektiğine inanıyordu. Rusların sıcak denizlere inme hevesi ve Birinci Dünya Savaşında ki kazanımları nedeniyle Ruslarla anlaşmaya yanaşmak istemiyordu.

Nitekim Skys-Picot anlaşmasının Rusların onayına rağmen iptal edilmesinin yegâne gerekçesi bu denilebilir. Tabi Türklerin İslam alemi ile bağını da gözden kaçırmamak gerekir. Türkleri karşılarına alarak Ortadoğu’nun çekirdeğini oluşturan Müslümanların bir gün İngilizlere karşı duracakları kesindi?

Daha dün gibi hatırlarındaydı; Kutul Amare… Tüm bunların ışığında Türkleri İngiltere’nin yanına çekerek Rusların önünde bir baraj gibi kullanmakla bir taşta iki kuş vuracaktı. Churchill’in; “Türkiye ile Marmara’da bir cephe açılmasının İngiltere’yi Ortadoğu’da, Filistin’de ve İslam Aleminde telafisi imkânsız zararlara sokabileceğini” ifade ettiği bilinmektedir.

Churchill’in bu düşüncelerinin aksine İngiliz Başbakanı Lloyd George Yunanlılar vasıtasıyla Türklere cephe açılması taraftarıydı. Ancak Churchill’in ifade ettiği gibi ana unsurlarını Ortadoğu’ya sevk etmiş olan İngiltere’nin destekleyemediği Yunanlıların yenilmesi Churchill’in fikirlerinin benimsenmesinde etkili olmuştur.

Böylece Ankara Hükümeti ile anlaşmaya gidilmesi fikri kabul görmüş ve özellikle Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye ile anlaşma yoluna gidilmesi için gerekli adımlar atılmıştır. Sevr Antlaşmasının uygulanmaya konulmasının Türkleri kışkırtacağını ve Ortadoğu’da ki İngiliz menfaatlerini tehlikeye düşüreceğini her fırsatta dile getirmiş olan Churchill’in Lozan’la ilgili şu ifadeleri esasında gerçeği yansıtmamaktadır.

“Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri Müttefikler için en kötü aşağılanmadır. Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü, hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır. Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin yaşamını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunların hepsi bir utanç içinde sona ermiştir.”

Bugün Lozan’la kazanım elde ettiği söylenen Türkiye’nin Ortadoğu da kaybettiği zenginliklere bakacak olursanız tamamının İngilizlerin ve batının zenginleşmesi için aktarıldığını görürsünüz. Türkiye Lozan ile bir zafer sarhoşluğuna itilerek ve savaşın galibi olan tarafın sahte övgüleriyle tarihsel bağlarını ve milli duygularını kaybetmiştir. Türkiye’nin boşluğu emperyalist devletlerce doldurulmuş ve yüzyıllar boyu Türklerin yönetiminde refah içerisinde yaşamış olan bölge kan ve göz yaşından kurtulamamıştır.

Ortadoğu da yıkımın yeni adının barış olduğu bir dönemde bölgesinde tarihsel bağlarını yeniden canlandırmakta olan Türkiye birçok İslam toprağında varlığını yeniden tesis etmeye başlamıştır. Suriye, Libya, Irak, Yemen, Sudan, Katar ve birçok Afrika ülkesinde askeri ve ekonomik varlığını tesis etmekte olan Türkiye’nin yakın gelecekte bölgede dünya siyasetine yön veren bir süper güç olacağı kesindir.

Bugün geldiğimiz noktada Covid-19 salgınıyla ortaya çıkan durum devletler ve milletler arası bağların emperyalist ülkelerde çokta gerçekçi temeller üzerine oturmadığını göstermiştir. Ortadoğu ve Afrika da sömürgelikle elde ettikleri zenginlik ve güç sonrasında barış adı altında milyarlarca doları bölge insanının üzerine bomba olarak yağdıran sözde bu demokrasi havarileri beş gramlık bir virüs karşısında çaresiz kalmış ve halklarına bir tek maske dağıtabilecek bir teşkilat yapısından mahrum oldukları ortaya çıkmıştır.

Geleceğin inşasında ulaştığı savunma teknolojisi ile sanayi ve ekonomisini toparlamak yolunda emin adımlarla ilerleyen ülkemiz gelecek on yılda dünyanın sayılı ekonomileri arasına girecek ve bölgeye barış ve huzurun umudu olacaktır.

Bu yüzdendir ki; İttihat ve Terakki ile başlatılan Osmanlı yıkımı bugün muhalefet dediğimiz kesimce devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Jön Türkler olarak ortaya çıkan ve o dönemde içten içe Osmanlıyı zaafa uğratan fikir akımı bugün; “Ne işimiz var Suriye’de, Libya’da” söylemiyle yeniden hortlatılmak istenmektedir.

İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyelerinin kendilerince ele geçirilmesi bu umutlarını iyiden iyiye yeşertmiş olsa da halk bir koyunun dahi teslim edilemeyeceğini anladığı bu kesime verdiği fırsatı geri almasını bilecektir.

Geçmişten gelen tecrübeyle Cumhuriyetle geldiği söylenen tüm kazanımları bir kesimin malı olmaktan çıkaracak adımları atan iktidar çok akılcı hareket etmektedir. Böylece Türkiye’nin milli direnişinin simgesi haline gelen tüm milli günleri ülkenin tamamıyla özdeşleşmesi sağlanmış olmakta.

Buda bir ve birlik olma duygusunu harekete geçirmektedir. Yani Malazgirt’te, İstanbul’da Çanakkale’de ve en nihayetinde Kurtuluş Savaşında destan yazan Türkiye yeniden bir destan yazmaktadır.

Soruyorum şimdi; “Yazılan bu destanda siz hangi tarafta olacaksınız?”