Yeni bir sözleşme
Gazeteler, televizyonlar, sosyal medya ve birçok iletişim kanallarından geçen haberler ve tartışmalara dikkatle bakıldığında ve bu tartışmaların gündelik köpüğü giderilerek sorunlara daha tümel bir boyutta yaklaşıldığında, görülecek olan ilk şey insan-insan ve insan-devlet arasındaki ilişkilerin yeniden tesis edilmesi olacaktır.
Bir kere Osmanlı’nın son döneminden itibaren bugüne kadarki kısa (aslında içerimleri itibarıyla oldukça uzun) tarihe baktığımızda, siyasi, ekonomik, eğitsel ve kültürel sorunları görürüz ki, bu sorunların cereyan ediş biçimi hep aynıdır. Bu da meselelere hep aynı yerden bakıldığını bize göstermektedir.
Öncelikle meselelere ajandada biriken sorunlara belki bir anda çözüm bulmak kaygısıyla anlıksal yaklaşımlar ilk elden dikkatimizi çekmektedir. Bir sorunu tespit kadar o sorunun bir çözüme kavuşması da zaman ve kaynak ister. Söz gelimi; eğitim reformu dediğimiz fenomen, eğitimde fiziksel koşullar kadar ve belki ondan çok daha fazla nasıl bir insan yetiştirileceğinden başlayarak ciddi sorular sormayı ve cevaplandırmayı ilzam etmektedir. Bu ise, acele bir şekilde bugünden yarına gerçekleşmez.
Burada öncelikli olarak yapılması gereken şey, bir yandan gündelik hayatı devam ettirirken diğer yandan sorunlarımızı soğukkanlılıkla ve sırasıyla ele alarak çözme cehdini gösterebilmektir. Bunu yaparken de ülkenin kendi gerçekliğinden yola çıkarak ve kendi hedeflerini gözeterek hareket edilmesi gerekmektedir. Ancak maalesef büyük oranda bu kendi gerçekliğimiz pek gözetilemedi. Dolayısıyla sorunların çözümü de kendi düzlemine oturamadı.
Bugün sadece yaşadığımız coğrafyada değil, dünya ölçeğinde bir tıkanmışlık hali gözlemlenmektedir. Bu durum, siyasal olduğu kadar ekonomik ve kültürel yansımalarıyla da karşımıza çıkmaktadır. Söz gelimi; pandemi süreciyle birlikte daha net ortaya çıktı ki, ekonomi ve finans alanlarında küresel sistem bir kriz içerisine girmiştir. İnsanlar arasında bölüşüm ve adalet ciddi hasarlar almıştır. Siyasal düzlemde de, güçlü ve zayıf ülkeler arasındaki dengeler iyice bozularak, küresel aktörlerin baskıcı siyasetleri daha da görünür hale gelmiştir.
Özellikle pandemi sürecini bir fırsat bilen bu küresel aktörlerin insana daha az yer ve manevra alanı (sivil alan) bırakan siyaset tarzlarını seferber edecekleri anlaşılmaktadır. Bunun için de dünya ölçeğinde ağırlaşmış ekonomik sorunlar (yani büyük kitlelerin aleyhine gelişen ekonomi ve borçlanma) küresel aktörler tarafından bir fırsata dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Şimdi böyle bir konjonktürde gerek içinde bulunduğumuz coğrafyada, gerek müslüman toplumlarda gerekse dünya ölçeğinde insan-insan ve insan-devlet ilişkilerini yeniden sağlıklı bir şekilde inşa edecek sözleşmelere ihtiyaç bulunmaktadır. Bilhassa güven unsurunun çok geniş ölçekte hasar gördüğü böyle bir dünya konjonktüründe yeni bir insan ve devlet anlayışından yola çıkılması elzem görünmektedir.
Küresel aktörler ve onların yerli uzantıları tüm dünyada insan hakları ihlallerinden, çok geniş bir kitleyi sömürgeleştirme ve fakirleştirme politikalarına kadar bir dizi olumsuzluğu “sürdürülebilirlik” kavramı altında devam ettirmek istemektedirler. Bugün dünya ölçeğinde bunun yarattığı tıkanmalar aşılmaya çalışılmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’de çokça konuşulan reform kavramını da öncelikle insan-insan ve insan-devlet ilişkilerini sağlıklı bir şekilde düzenleyen bir sözleşme olarak düşünmenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Bu, ülkedeki çok boyutlu insan ve kurumlar arası ilişkilerde güvenin tesis edilmesi kadar, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve eğitsel alanda daha derinden nefesler eşliğinde yapılacak düzenlemeleri de sağlayacaktır.