Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Mart 2021

​Yemeyi içmeyi unutturan kitap

Türkiye’de 1964 yılından beri Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta “Kütüphaneler Haftası” olarak kutlanıyor. Bu yılda 29 Mart ile 4 Nisan tarihleri arasında yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin gölgesinde 57’ncisi kutlanacak. Amaç; öğrencilerde okuma alışkanlığını geliştirmek ve kitap sevgisini artırmak, okuyucuların kütüphanelerdeki kitaplardan daha çok faydalanma bilincini geliştirmektir.

İstanbul’da Süleymaniye ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Ankara’da Millî Kütüphane, Millet Meclisi Kütüphanesi ve Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi yurdumuzun en büyük kütüphanelerindendir. Nâdide sayılabilecek eserlerle donanmış olan kütüphanelerimizde milyonlarca kitap bulunmaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2019 yılı “Kütüphane İstatistikleri”ne göre Türkiye genelinde biri millî, 1182’si halk, 610’u üniversite, 30 bin 618’i örgün ve yaygın eğitim kurumu kütüphanesi olmak üzere toplam 32 bin 411 kütüphane faaliyet gösteriyor.

*

2020 yılının başından beri insanlığın başına bela olan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi bütün alışkanlıkları değiştirdiği gibi eğitim ve öğretim hayatını da kökünden değiştirdi. Diğer bir ifadeyle kağıt, kalem devri kapandı; Dijital Çağ’a geçildi. Bu dönemde insanlar karınlarını doyurdukları ekmek teknelerinin tekrar açılması için büyük bir mücadele verirken, ruhların doyurulduğu kütüphaneler derin bir sessizliğe gömüldü. Milyonlarca okurun, milyonlarca kitapla hemhâl olarak ruhunu doyurduğu mekânlar ziyaretçilere hasret kaldı.

Kütüphaneler belki de hiçbir dönem bu yılki gibi ıssız ve sessiz kalmayacak. Biz de bir vefa adına kapısını tıklatıp, geri dönmek zorunda kaldığımız kâdim emanetleri misafir eden Millet Yazma Eser Kütüphanesi’den bahsedeceğiz.

Her ne kadar online olarak birçok kütüphaneye ulaşılan bir çağda yaşasak da gazete hışırtısı arasında asırlar ötesine bir yolculuğa çıkıp kütüb âleminde hafızamızı yenilemek için kapıları aralayacağız...

*

Kitap sevdalısı Ali Emirî Efendi(*)’nin en büyük hayali, Doğu’nun ve Batı’nın bütün temel eserlerini kapsayan bir kütüphane oluşturmaktı. Vakıflar Bakanlığı, 1701 yılında Darülhadis olarak yaptırılan Feyzullah Efendi Medresesi’ni tahsis ederek bu hayalini gerçekleştirmesine önayak oldu. Ali Emirî de, “Ben bu kitapları milletim için topladım ve milletime vakfediyorum” diyerek 1916 yılında kütüphaneye Millet Kütüphanesi adını verdi. Hiç evlenmeyen Ali Emirî Efendi, hayatını ilme, milletinin kültürünü yükseltmeye adadı. Onun kitap aşkına misal teşkil edecek en önemli olaylardan birisi de, dünyada tek nüsha olan Kâşgarlı Mahmûd’un Divân-ı Lügâti’t Türk(*) isimli eserini kaybolup gitmekten kurtarıp kültür dünyamıza kazandırışıdır.

*

Şehzadebaşı’ndan Edirnekapı’ya doğru ilerlerken Fatih Macar Kardeşler Caddesi’nin bitimi Fevzi Paşa Caddesi’nin başlangıcı Fatih Camii’nin alt tarafında tarihi bir yapı görürsünüz. Biraz gayret ederseniz tarihî yapının duvarına asılı “Millet Kütüphanesi” yazılı levhayı fark edebilirsiniz. Burası medrese, kütüphane, mescid, mektep, muallimhâne, çeşme ve meşrûtalardan mütevellit koskoca Feyziyye Dârülhadisi olarak anılan külliyeden arta kalan ufacık mekandaki “Millet Kütüphanesi”dir.

Gerçi dönemin İstanbul Şehremini Cemil (Topuzlu) Paşa’ya kalsaydı, bugün ne Millet Kütüphanesi’nden ne de buradaki tarihî yapıdan bahsedebilecektik. Çünkü Cemil Paşa, burada bulunan Feyzullah Efendi Medresesi’ni yıktırıp, arsasına bando takımı eğitim talimgâhı yaptırmak için kolları sıvamıştır. Bir tevafuk, Cemil Paşa’nın bu izahı mümkün olmayan hevesini kursağında bırakır. (1912)

Bu tevafuk; medresenin önünden geçen Fransız Başkonsolosu’nun eşi Madam Bombar’ın yıkım faaliyeti gösteren işçilere ne yaptıklarını sormasıdır. Olayın kendisine izah edilmesi üzerine, durumu beyine aktarır, bu menfur olayın önlenmesini talep eder. Başkonsolos, Sultan Mehmed Reşad’dan randevu alarak durumu bildirir. Sultanın yayınladığı ferman üzerine bugün önünden geçtiğimiz “Millet Kütüphanesi” günümüze kadar ulaşır.

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nde Millet Kütüphanesi’nin binası da büyük bir hasar görür. Meydana gelen bu hasar sonucu, kütüphanede bulunan 30 bini aşkın el yazması, kıymetli eski harfli matbu eser, padişah fermanları, tıp kitapları, minyatürlü tek nüsha eser kolilere doldurularak Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne taşınır. Millet Kütüphanesi’nin binasının tekrar tarihî kimliğine kavuşması için 2000 yılında başlayan restorasyon çalışmaları ağır aksak bir şekilde de olsa bitirilme aşamasına getirilir. Amma velâkin kütüphanenin hayata geçirilmesi ve eski canlılığının sağlanabilmesi için yine bir Madam Bombar beklenmektedir.

*

Ali Emirî Efendi ile başlayan İsmail Hakkı İlter, Halit Dener, Şemim Emsen, Nail Bayraktar, Celalettin Kişmir ve uzun bir süre Mehmet Serhan Tayşi ile devam eden kültürel değerlere sahip çıkma yarışı, Melek Gençboyacı hanımefendinin kütüphanenin müdireliğine atanmasıyla, eserler tekrar meraklılarıyla buluşma serüvenine başlamış oldu.

Bu bir başlangıçtı ve daha yapılacak çok iş vardı. Kütüphanenin fizikî altyapısı tamam gibi görünse de asıl sıkıntı bundan sonra başlıyordu. Çünkü deprem sonucu; her şeyin birbirine karışması, rutubete maruz kalan kayıt fişlerinin eski haline getirilmesi, elyazması eserlerin dijital ortama aktarılması, gelişen şartlara göre modernizasyon ekipmanlarının kullanılması kaçınılmazdı. Bunun için de kaynak gerekiyordu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu projeye destek verip, dünyada eşi benzeri bulunmayan bu kültürel mirasımızı ayağa kaldıracağı düşünülürken; devreye “Suna ve İnan Kıraç Vakfı” giriyor. (Bu gelişmeye “2. Madam Bombar Vak’ası” desek yanlış olmaz herhalde.) Millet Kütüphanesi adına Melek Gençboyacı’yla, Suna ve İnan Kıraç Vakfı adına Ümit Taftalı-Özalp Birol arasında bir protokol imzalanıyor. Protokol gereğince ilk etapta kütüphanenin gözdesi Kâşgarlı Mahmûd’un Divan-ı Lügâti’t-Türk’ü dijital ortama aktarılıyor. Daha sonraki değişik zaman dilimlerinde ise 8 bin elyazması eser, 30 bin tesbit fişi ve 10 bine yakın bibliyografik künyenin dijital ortama aktarılması plana dahil ediliyor. Kütüphane 24 Mayıs 2008 tarihinde yeniden kitapseverlerle buluşuyor.

*

Kütüphanede Feyzullah Efendi, Ali Emirî Efendi ve Cumhuriyet öncesi gazete ve mecmua koleksiyonları olmak üzere 3 ana bölüm oluşturulmuş. Kütüphanede kurulan 8 bilgisayardan oluşan okuma odasında, istendiğinde el yazması eser ve kitaplara dijital ortamda kolayca ulaşılabiliyor. Ayrıca Müze Bölümü olarak tasarlanan odada ise başta Divan-ı Lügâti’t-Türk (Divân-ı Lügât’üt Türk, ‘Mürekkebin İzi Yazma Eserler Sergisi’ ve ‘Mûcebince Amel Oluna Hatt-ı Hümayun Sergisi’ kapsamında 2020’de Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne taşınarak, burada sergilenmeye başladı) olmak üzere bazı eserler ve sergi odasında da Ali Emirî Efendi’nin kişisel eşyaları ve beratları sergileniyor.

Velhasılı kelâm Millet Yazma Eser Kütüphanesi; 2485 Türkçe, 3704 Arapça, 519 Farsça ve 28 diğer dillerde olmak üzere 6708 yazma eserle birlikte 30.000’e yakın kitabıyla, araştırmacı ve ilgilileri kucaklayacağı günleri hasretle bekliyor.

***

YEMEYİ İÇMEYİ UNUTTURAN KİTAP: DİVÂN-I LÜGÂTİ’T TÜRK

Millet Kütüphanesi’ni dolduran binlerce cilt eser Ali Emirî Efendi’nin emeğinin, gayretinin, fedakârlığının, mahsulüdür. Ali Emirî Efendi otuz yıl boyunca İslâm âleminin kültür merkezlerini dolaşıp, varını yoğunu harcayarak bu kütüphaneyi dolduran eserleri toplamış, bu uğurda bütün maaşını ve kazancını vermiştir. Hiç evlenmeyen Ali Emirî Efendi, hayatını ilme, milletinin kültürünü yükseltmeye adamıştır. Onun kitap aşkına misal teşkil edecek en önemli olaylardan birisi de, dünyada tek nüsha olan Kâşgarlı Mahmûd’un Divân-ı Lügâti’t Türk isimli eserini kaybolup gitmekten kurtarıp kültür dünyamıza kazandırışıdır.

İşte Ali Emirî Efendi’nin kaybolup gitmekten kurtardığı Divân-ı Lügât’üt Türk’ün hikâyesi: Yaşlıca bir kadın (Dîvân, Vanioğullarından Ahmet Nazif Paşa’nın elinde 1905’e kadar muhafaza edilmiş, sonra aile eşrafından bir hanım tarafından kitapçı Burhan Efendi’ye satılmak üzere getirilmiştir) ihtiyacı olduğundan kendisine miras kalan bazı kitapları satmak ister ve kitapları sahaflar çarşısına getirir. Bu kitaplar arasındaki çok eski bir eser kimsenin dikkatini çekmez. Ali Emirî Efendi, her zaman olduğu gibi sahaflarda kitapları karıştırırken bu eski kitap gözüne çarpar. Bu kitap, Osmanlı ulemasının asırlardır peşinde koştuğu “Divân-ı Lügâti’t Türk”tür. Ali Emirî Efendi, dünyada başka nüshası bulunmayan Divan-ı Lügâti’t Türk olduğunu anlayınca, üzerindeki bütün parayı Sahaf Burhan’a verir ve kitap için istenen ücretin kalanını eve giderek getireceğini, kitabı kimseye satmamasını telkin eder. Emirî, eve kadar gitmeye de tahammül edemez ve yolda rastladığı arkadaşı muallim Faik Reşat Bey’den aldığı borç parayı getirip 33 lirayı Sahaf Burhan’a vererek eşsiz eseri alır. (1910)

“Kitabı aldım, eve geldim. Yemeyi, içmeyi unuttum...” diyen Ali Emirî Efendi, Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü’nün kitabı görme taleplerini geri çevirir ve sadece güvendiği Kilisli Rıfat Efendi’ye gösterir. Hırpalanmış ve sayfaları birbirine karışmış olan bu nadide kitabı, Kilisli Rıfat Efendi 2 ay gibi bir sürede tekrar tasnif ederek Ali Emirî Efendi’ye teslim eder. Emirî Efendi, emeğinin karşılığı olarak Kilisli Rıfat Efendi’ye bir ev hediye etmek istese de, o bunu kabul etmez. Kendisine verilecek en büyük mükafatın, bu değerli eserin yayınlanarak topluma kazandırılması olduğunu söyler. Kilisli Rıfat Efendi tarafından yayıma hazırlanan eser, 1917-1919 yıllarında üç cilt olarak yayımlanır.

DİPNOTLAR:

(*) Divân-ı Lügati’t-Türk isimli nâdide eser, Abbasi Halifesi Muhtedi Billah’a sunulmak üzere Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında Kâşgarlı Mahmûd tarafından iki yılda yazılmıştır. Divân-ı Lügati’t-Türk, Araplara Türkçeyi öğretmek maksadı taşıyan, Türkçe’nin en eski sözlüğü, Türklerin o dönemdeki tarihi, edebiyatı, folkloru, coğrafyası, destanları ve efsaneleri hakkında ilk ve en temel kaynakları ihtiva eden ansiklopedik bir kaynaktır.

(*) 1857 senesinde Diyarbakır’da dünyaya gelen ve milletinin kültür mirasının korunmasında böylesine çok büyük hassasiyetler gösteren, her türlü maddi menfaatleri hiç düşünmeden elinin tersiyle iten Ali Emirî Efendi, 23 Ocak 1924’te vefat etti. Ali Emirî Efendi’nin cenaze merasimine son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi de refakat etti. Ali Emirî Efendi, vasiyeti üzerine de Fatih Camii’ndeki hazireye defnedildi.