Yemeyi içmeyi unutturan kitap
Türkiye’de 1964 yılından beri Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta “Kütüphaneler Haftası” olarak kutlanıyor. Bu yılda 29 Mart ile 4 Nisan tarihleri arasında yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin gölgesinde 57’ncisi kutlanacak. Amaç; öğrencilerde okuma alışkanlığını geliştirmek ve kitap sevgisini artırmak, okuyucuların kütüphanelerdeki kitaplardan daha çok faydalanma bilincini geliştirmektir.
İstanbul’da Süleymaniye ve
Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Ankara’da Millî Kütüphane, Millet Meclisi
Kütüphanesi ve Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi yurdumuzun en büyük
kütüphanelerindendir. Nâdide sayılabilecek eserlerle donanmış olan kütüphanelerimizde
milyonlarca kitap bulunmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun
2019 yılı “Kütüphane İstatistikleri”ne göre Türkiye genelinde biri millî, 1182’si
halk, 610’u üniversite, 30 bin 618’i örgün ve yaygın eğitim kurumu kütüphanesi
olmak üzere toplam 32 bin 411 kütüphane faaliyet gösteriyor.
*
2020 yılının başından beri
insanlığın başına bela olan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi bütün
alışkanlıkları değiştirdiği gibi eğitim ve öğretim hayatını da kökünden
değiştirdi. Diğer bir ifadeyle kağıt, kalem devri kapandı; Dijital Çağ’a
geçildi. Bu dönemde insanlar karınlarını doyurdukları ekmek teknelerinin tekrar
açılması için büyük bir mücadele verirken, ruhların doyurulduğu kütüphaneler
derin bir sessizliğe gömüldü. Milyonlarca okurun, milyonlarca kitapla hemhâl
olarak ruhunu doyurduğu mekânlar ziyaretçilere hasret kaldı.
Kütüphaneler belki de hiçbir
dönem bu yılki gibi ıssız ve sessiz kalmayacak. Biz de bir vefa adına kapısını
tıklatıp, geri dönmek zorunda kaldığımız kâdim emanetleri misafir eden Millet
Yazma Eser Kütüphanesi’den bahsedeceğiz.
Her ne kadar online olarak birçok
kütüphaneye ulaşılan bir çağda yaşasak da gazete hışırtısı arasında asırlar
ötesine bir yolculuğa çıkıp kütüb âleminde hafızamızı yenilemek için kapıları
aralayacağız...
*
Kitap sevdalısı Ali Emirî Efendi(*)’nin
en büyük hayali, Doğu’nun ve Batı’nın bütün temel eserlerini kapsayan bir
kütüphane oluşturmaktı. Vakıflar Bakanlığı, 1701 yılında Darülhadis olarak
yaptırılan Feyzullah Efendi Medresesi’ni tahsis ederek bu hayalini
gerçekleştirmesine önayak oldu. Ali Emirî de, “Ben bu kitapları milletim için
topladım ve milletime vakfediyorum” diyerek 1916 yılında kütüphaneye Millet
Kütüphanesi adını verdi. Hiç evlenmeyen Ali Emirî Efendi, hayatını ilme,
milletinin kültürünü yükseltmeye adadı. Onun kitap aşkına misal teşkil edecek
en önemli olaylardan birisi de, dünyada tek nüsha olan Kâşgarlı Mahmûd’un
Divân-ı Lügâti’t Türk(*) isimli eserini kaybolup gitmekten kurtarıp kültür
dünyamıza kazandırışıdır.
*
Şehzadebaşı’ndan Edirnekapı’ya
doğru ilerlerken Fatih Macar Kardeşler Caddesi’nin bitimi Fevzi Paşa Caddesi’nin
başlangıcı Fatih Camii’nin alt tarafında tarihi bir yapı görürsünüz. Biraz
gayret ederseniz tarihî yapının duvarına asılı “Millet Kütüphanesi” yazılı
levhayı fark edebilirsiniz. Burası medrese, kütüphane, mescid, mektep,
muallimhâne, çeşme ve meşrûtalardan mütevellit koskoca Feyziyye Dârülhadisi
olarak anılan külliyeden arta kalan ufacık mekandaki “Millet Kütüphanesi”dir.
Gerçi dönemin İstanbul Şehremini
Cemil (Topuzlu) Paşa’ya kalsaydı, bugün ne Millet Kütüphanesi’nden ne de
buradaki tarihî yapıdan bahsedebilecektik. Çünkü Cemil Paşa, burada bulunan
Feyzullah Efendi Medresesi’ni yıktırıp, arsasına bando takımı eğitim talimgâhı
yaptırmak için kolları sıvamıştır. Bir tevafuk, Cemil Paşa’nın bu izahı mümkün
olmayan hevesini kursağında bırakır. (1912)
Bu tevafuk; medresenin önünden
geçen Fransız Başkonsolosu’nun eşi Madam Bombar’ın yıkım faaliyeti gösteren
işçilere ne yaptıklarını sormasıdır. Olayın kendisine izah edilmesi üzerine,
durumu beyine aktarır, bu menfur olayın önlenmesini talep eder. Başkonsolos,
Sultan Mehmed Reşad’dan randevu alarak durumu bildirir. Sultanın yayınladığı
ferman üzerine bugün önünden geçtiğimiz “Millet Kütüphanesi” günümüze kadar
ulaşır.
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nde
Millet Kütüphanesi’nin binası da büyük bir hasar görür. Meydana gelen bu hasar
sonucu, kütüphanede bulunan 30 bini aşkın el yazması, kıymetli eski harfli
matbu eser, padişah fermanları, tıp kitapları, minyatürlü tek nüsha eser
kolilere doldurularak Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne taşınır. Millet Kütüphanesi’nin
binasının tekrar tarihî kimliğine kavuşması için 2000 yılında başlayan
restorasyon çalışmaları ağır aksak bir şekilde de olsa bitirilme aşamasına
getirilir. Amma velâkin kütüphanenin hayata geçirilmesi ve eski canlılığının
sağlanabilmesi için yine bir Madam Bombar beklenmektedir.
*
Ali Emirî Efendi ile başlayan
İsmail Hakkı İlter, Halit Dener, Şemim Emsen, Nail Bayraktar, Celalettin Kişmir
ve uzun bir süre Mehmet Serhan Tayşi ile devam eden kültürel değerlere sahip
çıkma yarışı, Melek Gençboyacı hanımefendinin kütüphanenin müdireliğine
atanmasıyla, eserler tekrar meraklılarıyla buluşma serüvenine başlamış oldu.
Bu bir başlangıçtı ve daha
yapılacak çok iş vardı. Kütüphanenin fizikî altyapısı tamam gibi görünse de
asıl sıkıntı bundan sonra başlıyordu. Çünkü deprem sonucu; her şeyin birbirine
karışması, rutubete maruz kalan kayıt fişlerinin eski haline getirilmesi,
elyazması eserlerin dijital ortama aktarılması, gelişen şartlara göre
modernizasyon ekipmanlarının kullanılması kaçınılmazdı. Bunun için de kaynak
gerekiyordu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu
projeye destek verip, dünyada eşi benzeri bulunmayan bu kültürel mirasımızı
ayağa kaldıracağı düşünülürken; devreye “Suna ve İnan Kıraç Vakfı” giriyor. (Bu
gelişmeye “2. Madam Bombar Vak’ası” desek yanlış olmaz herhalde.) Millet
Kütüphanesi adına Melek Gençboyacı’yla, Suna ve İnan Kıraç Vakfı adına Ümit
Taftalı-Özalp Birol arasında bir protokol imzalanıyor. Protokol gereğince ilk
etapta kütüphanenin gözdesi Kâşgarlı Mahmûd’un Divan-ı Lügâti’t-Türk’ü dijital
ortama aktarılıyor. Daha sonraki değişik zaman dilimlerinde ise 8 bin elyazması
eser, 30 bin tesbit fişi ve 10 bine yakın bibliyografik künyenin dijital ortama
aktarılması plana dahil ediliyor. Kütüphane 24 Mayıs 2008 tarihinde yeniden
kitapseverlerle buluşuyor.
*
Kütüphanede Feyzullah Efendi, Ali
Emirî Efendi ve Cumhuriyet öncesi gazete ve mecmua koleksiyonları olmak üzere 3
ana bölüm oluşturulmuş. Kütüphanede kurulan 8 bilgisayardan oluşan okuma
odasında, istendiğinde el yazması eser ve kitaplara dijital ortamda kolayca
ulaşılabiliyor. Ayrıca Müze Bölümü olarak tasarlanan odada ise başta Divan-ı
Lügâti’t-Türk (Divân-ı Lügât’üt Türk, ‘Mürekkebin İzi Yazma Eserler Sergisi’ ve
‘Mûcebince Amel Oluna Hatt-ı Hümayun Sergisi’ kapsamında 2020’de
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne taşınarak, burada sergilenmeye başladı)
olmak üzere bazı eserler ve sergi odasında da Ali Emirî Efendi’nin kişisel
eşyaları ve beratları sergileniyor.
Velhasılı kelâm Millet Yazma Eser
Kütüphanesi; 2485 Türkçe, 3704 Arapça, 519 Farsça ve 28 diğer dillerde olmak
üzere 6708 yazma eserle birlikte 30.000’e yakın kitabıyla, araştırmacı ve
ilgilileri kucaklayacağı günleri hasretle bekliyor.
***
YEMEYİ İÇMEYİ UNUTTURAN KİTAP: DİVÂN-I
LÜGÂTİ’T TÜRK
Millet Kütüphanesi’ni dolduran
binlerce cilt eser Ali Emirî Efendi’nin emeğinin, gayretinin, fedakârlığının,
mahsulüdür. Ali Emirî Efendi otuz yıl boyunca İslâm âleminin kültür
merkezlerini dolaşıp, varını yoğunu harcayarak bu kütüphaneyi dolduran eserleri
toplamış, bu uğurda bütün maaşını ve kazancını vermiştir. Hiç evlenmeyen Ali
Emirî Efendi, hayatını ilme, milletinin kültürünü yükseltmeye adamıştır. Onun
kitap aşkına misal teşkil edecek en önemli olaylardan birisi de, dünyada tek
nüsha olan Kâşgarlı Mahmûd’un Divân-ı Lügâti’t Türk isimli eserini kaybolup
gitmekten kurtarıp kültür dünyamıza kazandırışıdır.
İşte Ali Emirî Efendi’nin
kaybolup gitmekten kurtardığı Divân-ı Lügât’üt Türk’ün hikâyesi: Yaşlıca bir
kadın (Dîvân, Vanioğullarından Ahmet Nazif Paşa’nın elinde 1905’e kadar
muhafaza edilmiş, sonra aile eşrafından bir hanım tarafından kitapçı Burhan
Efendi’ye satılmak üzere getirilmiştir) ihtiyacı
olduğundan kendisine miras kalan bazı kitapları satmak ister ve kitapları
sahaflar çarşısına getirir. Bu kitaplar arasındaki çok eski bir eser kimsenin
dikkatini çekmez. Ali Emirî Efendi, her zaman olduğu gibi sahaflarda kitapları
karıştırırken bu eski kitap gözüne çarpar. Bu kitap, Osmanlı ulemasının
asırlardır peşinde koştuğu “Divân-ı Lügâti’t Türk”tür. Ali Emirî Efendi,
dünyada başka nüshası bulunmayan Divan-ı Lügâti’t Türk olduğunu anlayınca,
üzerindeki bütün parayı Sahaf Burhan’a verir ve kitap için istenen ücretin
kalanını eve giderek getireceğini, kitabı kimseye satmamasını telkin eder.
Emirî, eve kadar gitmeye de tahammül edemez ve yolda rastladığı arkadaşı
muallim Faik Reşat Bey’den aldığı borç parayı getirip 33 lirayı Sahaf Burhan’a
vererek eşsiz eseri alır. (1910)
“Kitabı aldım, eve geldim.
Yemeyi, içmeyi unuttum...” diyen Ali Emirî Efendi, Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü’nün
kitabı görme taleplerini geri çevirir ve sadece güvendiği Kilisli Rıfat Efendi’ye
gösterir. Hırpalanmış ve sayfaları birbirine karışmış olan bu nadide kitabı,
Kilisli Rıfat Efendi 2 ay gibi bir sürede tekrar tasnif ederek Ali Emirî Efendi’ye
teslim eder. Emirî Efendi, emeğinin karşılığı olarak Kilisli Rıfat Efendi’ye
bir ev hediye etmek istese de, o bunu kabul etmez. Kendisine verilecek en büyük
mükafatın, bu değerli eserin yayınlanarak topluma kazandırılması olduğunu
söyler. Kilisli Rıfat Efendi tarafından yayıma hazırlanan eser, 1917-1919
yıllarında üç cilt olarak yayımlanır.
DİPNOTLAR:
(*) Divân-ı Lügati’t-Türk isimli
nâdide eser, Abbasi Halifesi Muhtedi Billah’a sunulmak üzere Bağdat’ta
1072-1074 yılları arasında Kâşgarlı Mahmûd tarafından iki yılda yazılmıştır.
Divân-ı Lügati’t-Türk, Araplara Türkçeyi öğretmek maksadı taşıyan, Türkçe’nin
en eski sözlüğü, Türklerin o dönemdeki tarihi, edebiyatı, folkloru, coğrafyası,
destanları ve efsaneleri hakkında ilk ve en temel kaynakları ihtiva eden
ansiklopedik bir kaynaktır.
(*) 1857 senesinde Diyarbakır’da
dünyaya gelen ve milletinin kültür mirasının korunmasında böylesine çok büyük
hassasiyetler gösteren, her türlü maddi menfaatleri hiç düşünmeden elinin
tersiyle iten Ali Emirî Efendi, 23 Ocak 1924’te vefat etti. Ali Emirî Efendi’nin
cenaze merasimine son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi de refakat etti. Ali
Emirî Efendi, vasiyeti üzerine de Fatih Camii’ndeki hazireye defnedildi.