Yazıya Dair
Son zamanlarda internet kullanımının artmasıyla birlikte toplumda yazı yazmaya olan ilgi arttı. Sosyal medya bu anlamda ciddi katkılar sağladı. Elbette sanal alemde kaleme alınan her metne yazı diyemeyiz. Bir yazının, sanat dünyasında değer ifade edebilmesi için edebu00ee üslu00fbp endişesi içinde kaleme alınmış olması gerekir.
Beş yıldan beri yazı dersleri veriyorum. Cağaloğlu'nda başladı bu çalışmalar. Üsküdar ve Fatih'te kurslar açıldı. Şimdi de Çemberlitaş'ta Birlik Vakfı'nda üç senedir dersler devam ediyor. Yüzlerce öğrenci belge aldı, çeşitli yayın organlarında yazıyorlar. Aralarında eser verenler de oldu şükürler olsun. Kısmet olursa bugün de saat 13.00'te, yeni sezonun ilk dersine "Bismillah" deyip başlayacağız.
Zaman zaman bu kurslara itiraz edenler oldu. "Yazarlık, kursla okulla olmaz. Bu Allah vergisi bir kabiliyet. Bir insanın yeteneği yoksa istediği kadar kursa, okula gitsin bu mesleği öğrenemez, yazar olamaz." diyenlerin sayısı az değil. Temelde haklı bir düşünce. Elbette önce kabiliyet, yetenek, fıtru00ee istek ve muhakkak ki ciddi bir heves olmalı. Ama zaten eğitim de bu mevcut birikimin üzerine bina edilmiyor mu? Yahya Kemal üstadımızın dediği gibi şiirin onda dokuzu çalışmak, onda biri kabiliyettir.
Şayet sanat eğitiminde eğitime gerek olmasaydı, bugün ülkemizde ve dünyada yüzlerce, belki de binlerce sanat okuluna, güzel sanatlar akademisine gerek olur muydu? Alaylı, yani bir insanın kendi kendisini yetiştirmesi ve yakın çevresinden faydalanarak sanatta ilerlemesi elbette mümkün. Ama bu her zaman geçerli olmayabilir. Peyami Safa gibi büyük bir romancı, okullara gidip, fakülteler bitirip romancı olmadı, Cumhuriyet devri Türk romanına altın harflerle adını yazdırmadı. Alaylıdır elbette, mektepli değil. Ama oturup kalktığı kişiler vardır. Necip Fazıllar,Tanpınarlar, Şekip Tunçlar ve devrin diğer üstatlarıyla her zaman birlikte olmuştur. Yani gayr-ı resmi tahsili vardır Dokuzuncu Hariciye Koğuşu yazarının. Olmasaydı Fransızca gramer kitabı yazabilir miydi? Onlarca nefis eser, 20 bin makale kaleme alabilir miydi? Her şeyden önce şair bir babanın oğludur Peyami Safa. İsmail Safa'nın unvanı, "Şair-i maderzat" yani anadan doğma şair.
Son yıllarda sevindirici bir gelişme olan okumaya ilgi, beraberinde yazıya rağbeti de getirdi ve bence çok iyi oldu. Şiir yazan, deneme yazan, makale yazan, hikaye hatta roman yazan gençlerimizin sayısı çoğalıyor. Elbette bunlar usta işi değil başta. Ama zamanla daha iyiye doğru yol alacaklarına inanıyorum. Yeter ki bu yolda sabırlı davransınlar, sebat etsinler ve ustalardan istifade etsinler. Usta derken hem eskileri hem de yaşayanları kastediyorum. Geçen gün Çiçek Derman "Babıali Sohbetleri"nde hocası Rikkat Kunt'u anlatırken usta-çırak, hoca-talebe, üstat-tilmiz münasebetlerinin önemine temas etti. Şayet Çiçek Hoca on yıl boyunca Rikkat Hoca Hanım'ın rahle-i tedrisinden geçmeseydi acaba bugün binlerce kıymetli tezhip öğrencisi yetiştirebilir miydi?
Zaman zaman bana soruyorlar: "Yazı ve Editörlük Dersleri'nde neler işleniyor, hangi konular ele alınıyor?" Hemen söyleyeyim ki, bu kursumuzun adı bazılarının cömertçe kullandığı gibi "Yazar Okulu" falan değil. Yani derslere devam eden herkes 'yazar' olmayabiliyor. Ama yazı yazmanın inceliklerini öğreniyor. Dikkat etmesi gereken özelliklere vakıf oluyor, iyi metinleri kötülerinden ayırt edebiliyor. Yazdıklarını defalarca gözden geçirmesinin gerekliliğine inanmaya başlıyor, yazdıklarını paylaşmanın sevincini yaşıyor. Elbette bu kurslara devam eden herkes yazar olmayabilir. Resim kursuna giden herkes ressam olabiliyor mu? Hat derslerini muntazaman takip eden herkes anlı şanlı bir hattat mı çıkıyor? Elbette bu mümkün değil. Esasen sanatta yetenek kadar sabır, çalışkanlık ve bilhassa kader söz konusudur.
Yazmak geleceğe bazı sözleri emanet etmektir. Yazmak, bilgiyi, hissi ve yaşanmışlıkları nisyandan kurtarıp istikbale hediye olarak yollamaktır. "Söz uçar yazı kalır." sözü çok önemli. Çiçek Derman, Rikkat Hanım'ı anlatırken dedi ki: "Hocamla on yıl boyunca birlikte çalışırken ağzından çıkan neredeyse her sözü not ettim. Hatta o kadar ki, 'Cicim, nedir sendeki bu yazma merakı, niçin her şeyi kaydediyorsun' diyerek hayret etmişti. Ama bugün Rikkat Kunt Hoca Hanım kitabı bütün o notlardan, arşivden ortaya çıktı." Bence bu sözler, gençlerimiz için de yol göstericidir. Yazmak lazım. Çiçek Hanım iyi ki, yazı konusunda hocası Rikkat Kunt'u değil de rahmetli Süheyl Ünver'i örnek almış ve her şeyi kaydetmiş, zapt etmiş. Bazen bir fikir bir makale ile vücut bulur, bazen bir his bir denemede öne çıkar. Bir hatıra bir hikaye ile geleceğe bırakılır. Kısacası yazmak, değerlerimizi muhafaza etmek, onların ömrünü bir bakıma uzatmaktır. Bu yüzden ben bütün dostlarıma yazmalarını, mümkünse hatıralarını kaleme almalarını tavsiye ediyorum. Bu öğütleri dinleyen dostlarım, daha sonra dönüp bana teşekkür ediyorlar.
Ömrünü yazıya, edebiyata, arşive, fikre adamış iki ideal insanı, iki mefkureci büyüğümüzü birkaç gün önce ebedu00ee aleme uğurladık. Milli Kütüphane'nin eski Genel Müdürü Dr. Müjgan Cunbur ile üstat Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu'sunda uzun yıllar yazıişleri müdürlüğü yapmış, bir çok esere imza atmış olan avukat ve yazar Hüseyin Rahmi Yananlı. Her ikisi de bu millete aşık, toplumun temel değerlerine saygılı ve inançlı aydınlardı. Rahmetle, minnet ve şükran duygularıyla yad ediyorum. Çıktıkları mecburi yolda ruhlarına mağfiret diliyorum. Kabirleri nur, mekanları cennet olsun.