YAZILDIĞI GİBİ OKUNMUYOR
Türkiye'nin yapısal sorunlarını çözümlemede, gündelik hayata dair enstantaneler bize oldukça net done verirler. Zira insanların gündelik davranış kalıpları, aile ilişkileri, ferdi, kurumsal ve sivil refleksleri gerçekte bu yapısal sorunların bir tezahürü ve parçasıdırlar.
Türkiye'de her olumsuz durum yaşandıkça, devlet yetkililerinin buna yaklaşımları, konu ile ilgili yeni kanuni düzenlemelerin yapılacağı şeklinde olur. Bunun en yakın örneğini bu yıl içerisinde Soma ve Ermenek'teki maden faciasında gördük. Nisan ayında 301 gibi devasa bir rakamın hayatının feci şekilde ölümü ile sonuçlanan bu facianın ardından, kanuni düzenlemeler yapılacağı açıklaması geldi. Nitekim yapıldı da. Ancak Ermenek'teki maden faciası sırasında bakanın söyledikleri kanuni düzenlemelerin bu işe yetmeyeceğini anlattı. Bakan; "madeni kapatıyoruz, ama araya elli kişi sokuyorlar ve tekrar açılıyor" mealindeki sözlerle doğrusus Türkiye gerçeğini bize bir kere daha anlatmıştı.
Burada irdelenmesi gereken asıl sorun; devlet-fert, fert ile fert arasındaki ilişkiler ile bunların üzerinde oturduğu ahlaki ve hukuki zemindir. Vereceğiniz bir dilekçenin, talep ettiğiniz bir işin ya da bir müracaatın bizde standart cevapları yoktur. "Araya adam sokma" hala en geçerli bir referans ve dilekçe olarak işlev görür. İşte tam da bu sebeple, belediyelerin, metroların, hastanelerin vb. binalarına asılan ilke bildirir ve yol haritası çizer ilanlar, okunup geçilen bir mahiyet taşır. Çünkü araya adam koymak konusunda geçmişteki örnekler, halledilemez işlerin halledildiği algısını üretiyor. O zaman herkes şu soruyu soruyor: "Niye yazıldığı gibi okunmuyor?"
Bu konuda batılı ülkelerden örnekler verirken aslında memleketimin bu durumuna dair acı çekiyorum. Beni cidden acıtıyor. Fakat yine de vermeliyim. İngiltere'de kamu hizmetleri konusunda verdiğini dilekçelere adamına göre cevap yazılmaz. Bunların standartları vardır. Bir işyerinde çay ve kahve servisi yapıyor olabilirsiniz. Ama mesainiz bitince, patron sizi servis sunmaya zorlayamaz. Bu durum, geleceğinizi görmenizi, ne yaparsanız sizi neyin beklediğini bilmenizi sağlıyor. Bu ise çok rahatlatıcı. Dolayısıyla orada kurallar "yazıldığı gibi okunuyor."
Yaşadığımız bu hayat, mevcut eğitim sisteminin ve onun içerimlerinin ne işe yaradığı gibi bir soruyu bana sorduruyor. Çünkü insanları okullarda eğitmekle her şeyin değişeceği ve düzeleceği gibi bir algılama biçimi var. Eğitim değiştiricidir evet ama onun uygulanacağı iklim ve nasıl bir içerikle yapıldığı dikkate alınmadan aşırı bir iyimserlik oluşturuluyor.
Birincisi sorun; Eğitim sürecinde kitabi bilgiler ezberletiliyor. Çocuk çöpleri çöp kutusuna atmasını, büyüklerine saygı duyması gerektiğini, kamusal yerlerde insanları rahatsız etmemesi gerektiğini, sırasını beklemesi gerektiğini öğreniyor. Ama bu bilgileri dışarıda destekleyecek ve en önemlisi bunları yaptığı zaman ödüllendirecek yapmadığı zaman cezalandıracak bir ortam yok. Dolayısıyla çocuk okul ile çevre ve sosyal hayat arasında kimlik bölünmesine uğruyor. Bir yanda öğrendikleri diğer yanda gerçek hayat. Bu eğitim sürecinde farkına vardığı bir gerçek maalesef şu oluyor: "Yazıldığı gibi okunmuyor."
Yazıldığı gibi okunmaması bir otorite boşluğu da oluşturuyor ve ufaklı büyüklü mafyavari oluşumlar, buralardaki raconu belirlemeye başlıyorlar. Tüm bunların sonucunda, fertler kendi içine kapanarak hayatiyetlerini dürdürmeye uğraşırlar. İyilikler sirayet etmez. Çünkü artık uyarıcılar olmaz. Herkes kendini düşünmeye başlar. Düşünün; 1980'li yıllarda komşunuzun çocuğunu yanlış şeyler yaparken görseniz, ona engel olur ve babasıyla konuşurdunuz. Şimdi kardeşinizin çocuğuna bile laf söyleyemezsiniz. Öğretmenler bile dışarıda çocukları uyaramaz hale geldiler.
Evet, kurallar getirmek önemli ve gereklidir. Ama en az bunun kadar gerekli olan bir başka şey de bu kuralları yazıldığı gibi okunur hale getirmektir; herkes için ve adaletle.