Yazıcıoğlu'nun kemikleri sızlıyor
BUNDAN tam 8 yıl önce tarih 25 Mart 2009'u gösterirken, ajanslara düşen acı haberde, "Saat 15.40 civarında Kahramanmaraş'ın Çağlayancerit ilçesinden helikopterle Yozgat'ın Yerköy ilçesine gitmek üzere havalanan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler 3 bin rakımlı Berit Dağı'na düştü..." deniliyordu.
Haberler ajans ve televizyonlardan akmaya başlıyordu birbiri ardınca... BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu (55), Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ (37), İl Başkan Yardımcısı Yücel Yancı (50), İl Genel Meclis Adayı Murat Çetinkaya (51), pilot Kaya İstektepe (56) ve kazadan sağ kurtulmayı başarabilen İhlas Haber Ajansı muhabiri İsmail Güneş (34), farkında olmadan kendinin de içinde bulunduğu son haberini yapıyordu, saatler 15.46'yı gösterirken...
20 dakika boyunca, 112 Acil Servis görevlisine olanları aktarırken cansız bedenler arasında; "Erhan ağabey, Erhan ağabey..." diyerek hayata tutunmaya çabalıyordu. Arada bir de çağ atlamış Türkiye'ye soruyordu: "Hanfendi, daha yerimiz tespit edilmedi mi?" diye...
Ve "çok pis kırılan ayağı"nın sancısıyla aktardığı bilgilerin akabinde "üşüyorum" diyordu...
Bizler ölüm-kalım çığlıklarını televizyonlardan film gibi dinlerken, onlar çaresizliğin ve bilgi kirliliğinin bol oksijenli atmosferinde ölüyordu...
***
Anadolu'nun yağız yiğidi... At binişini, dorunun yelelerini rüzgara verişini izliyoruz. Elmalı'nın bozkırlarından aşışını, Şarkışla'ya varışını, ülkün uğruna Mamak zindanlarından "üşüyorum" diye haykırışını. İsyandan aru00ee, sır perdesinden içeri yakarışını...
Ey "soğuğu sert, yiğidi mert" beldelerin kavruk yüzlü delikanlısı, seni seyrediyoruz, sensizliğin hayal penceresinde...
Sen acılarını, sancılarını dindirip Keş Dağı'ndan hafif bir rüzgar gibi "Sonsuzluğun Sahibi"ne giderken, tekbirler yükseliyor. Kızılay'da, Atatürk Öğrenci Yurdu'nun önünde, gözlerin bağlı olarak geçtiğin nizamiyede, Mamak'taki "medrese-i yusufiye"de, TBMM'de, Kocatepe'de, Taceddin Dergahı'nda...
Ölüm dersti... Ve Muhsin ağabey ölümüyle ders veriyordu. Zirvelerden bir kardelen çiçeği gibi süzülerek, "kavgaya hayır" diyordu; kardeş kavgasına hayır... Herkes susuyordu... Meydanlardaki hırsının esiri olmuş politikacılar bile... Ankara'nın bağrında milyonlar son kez onu dinliyordu!..
Sessizce... Mahcupca... Ve burukca...
Omuz omuza, saf saf olmuş, birleşmiş yüzbinler; naaşının çevresinde, "ders veren sükut"ta af diliyor, helallik veriyorlardı.
Tekbirler eşliğinde... Devlet ve millet bir arada.
TBMM'de düzenlen törende, yüzbinler ilk defa tekbirler getiriyordu...
Ve ilk defa laiklik elden gitmiyordu...
"Haddini bildirin şunlara" denilmiyordu...
Komutanlar tank yürütmüyordu...
İşte omuzlarda gidiyordu...
Haksızlığa selam durmadan...
Verilmiş sözlerden dönmeden...
Bir avuç rantiyeci ile iş tutarak, milleti ezmeden...
Rakiplerini lekelemeden...
İnancı ve dik duruşundan taviz vermeden...
Acı zulmü hissettirmeden...
Menzile ilerliyordu, güneşin pırıl pırıl parlattığı semanın altında...
Hacı Bayram Velu00ee'nin önünden geçerek, u00c2kif'in İstiklal Marşı'nı yazdığı Taceddin Dergahı'nın haziresinde;
"Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır,
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum,
Gözlerim parke parke taş duvarlarda,
Açılıyor hayal pencerelerim,
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum.
***
Kekik kokulu koyaklardan aşarak,
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor,
Bir çeşme başı arıyorum,
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp,
Mis gibi nane kokuları arasında,
Ruhumu dinlemek istiyorum.
***
Zikre dalmış her şey,
Güne gülümserken papatyalar,
Dualar gibi yükselir ümitlerim,
Güneşle kol kola kırlarda koşarak,
Siz peygamber çiçekleri toplarken,
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum.
***
Huzur dolu içimde,
Ben sonsuzluğu düşünüyorum,
Ey sonsuzluğun sahibi, Sana ulaşmak istiyorum,
Durun kapanmayın pencerelerim,
Güneşimi kapatmayın,
Beton çok soğuk, üşüyorum"
dizeleri Fatiha ve Yasinlerle birlikte sevenlerinin kalbinde ma'kes buluyordu.
Çanakkale'den, Türku00ee Cumhuriyetlerden, Sivas'tan, Medine toprağı ve Mekke'den getirilen zemzemle yıkanarak; "küçük sonsuzluktan, büyük sonsuzluğa" yolcu ediliyordu.
Dualarla...
İçe akan hıçkırıklarla...
Babasının bir tanesi Firuze ise herkesi metanetli olmaya davet ediyordu...
Tıpkı son sultanü'ş-şuara üstad Necip Fazıl gibi; "Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber... / Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?.." diyordu.
Evet, bir yıldız daha kayıyordu gök kubbemizden ve Peygamber varislerinden birinin eli daha çekiliyordu mazlumların başının üzerindenu2026
***
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu çok önemli sırlara vakıftı, kendisiyle aynı kaderi paylaşan Eşref Bitlis gibi...
Birer birer esrarengiz trafik kazalarına kurban giden Adnan Kahveci, Mehmet Bedri İncetahtacı, Akman Akyürek, Ertuğrul Berkman, Recep Yazıcıoğlu gibi...
"Kazaların en ucuz, bazen en garantili, hiçbir riski olmayan suikast yöntemi" olduğunu, şehit olmadan önce FETÖ'nün Aksiyon dergisinin Kasım sayısına verdiği beyanatta okumuştuku2026
Anadolu'nun kavruk yüzlü yiğidi; "Hayatınızın bir saniyesine bile sahip değilsiniz. Madem böyle, o halde bunca 'fırıldağa' gerek yok" dedikten kısa bir süre sonra ayrılmıştı aramızdan...
Belki de başına gelecek elim kaza ayan olmuştu kendisine...
Hadisenin ardından bitmek bilmeyen tezviratlar yayılmaya başladı.
Düşen helikopterin ELT (Acil Yer Bulma Vericisi) bozuk çıktı...
Daha ölüm haberi gelmeden İhlas Haber Ajansı muhabiri İsmail Güneş için ölüm ilanı verildi...
112 Acil Servis gibi, NASA'nın da çaresiz olduğu açıklandı...
Hürriyet, Abdullah Çatlı'yı işaret ederek "Kaderleri aynı oldu" manşetiyle dezenformasyon yaptı...
İhmal mi, kaza mı, suikast mi?..
Kirli tezgahı kuranlar Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ölümü üzerindeki sır perdesinin aralanmasına müsaade etmiyor?!..
Çürümüş sistemin faili meçhulü Muhsin Yazıcıoğlu'nun kemikleri sızlıyor!..
***
Bugün vefatının 8. sene-i devriyesini yad ettiğimiz merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve yol arkadaşlarını bir kez daha rahmetle anıyoruz.