Yazı üstüne
Sağolsun bazı okul yöneticileri ile dost vakıf ve derneklerin idarecileri zaman zaman beni sohbet için davet ediyorlar. Bu konuşmalara hiçbir zaman konferans demedim. Çünkü konferansta bir resmiyet, nutuk atma hali ve dinleyici ile araya mesafe koyma keyfiyeti var. Halbuki 'sohbet' öyle değildir. Salondakiler veya sınıftakilerle bir ve berabersiniz. Anlatırken yeri gelir, soru sorarlar, itiraz ederler, katkıda bulunurlar. Bu ölçülü müdahaleler, sıcak sohbete zenginlik, derinlik ve renklilik katar.
Bu sohbetler esnasında bana en çok sorulan sorulardan biri de ne zaman ve nasıl yazdığım hususudur. Kitap çalışmalarımı, gazete ve dergi yazılarımı görüp okuyanlar zamanı nasıl kullandığımı merak ediyorlar haklı olarak. Bizim Yazı ve Editörlük kursu öğrencileri de bu konuyu deşiyorlar. Uzun bir yola, mühim bir faaliyete girmişler. Haklı olarak bu işin bütün püf noktalarını öğrenmek istiyorlar. Öyle ya her zaman kendilerine verilen yazı ödevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. Farklı yerlerde bana yöneltilen bu sorulara karşılık veriyorum ama burada hepsini toplu ve özlü biçimde cevaplayayım.
Yazı çalışmaları, ne zaman ve nasıl oluyor? Öyle ahım şahım belirlenmiş bir vakti saati yok aslında yazmanın. İçinize doğmuştur, ilham perisi yüzünü göstermiştir, bir kitapta birkaç satır okumuşsunuzdur veya bir televizyon programında bir husus sizi harekete geçirmiştir. Buna ben genelde zuhurat diyorum, ozanlar doğaçlama diyor. Elbette önce konu, evvela fikir. Zaten bu olmadan da hiçbir şey olmuyor. Sinemacılar film çekeceği zaman 'önce iyi bir hikaye' ararlar. Sonrası kolay. Çorap söküğü gibi gelir diğerleri. Yapımcı, yönetmen, senarist ve oyuncular hazır sayılır. Yeter ki önce iyi hikayeniz olsun.
Zihninize üşüşen, aklınıza takılan, kalbinize doğan bir mevzu, bazen bir denemeye vesile olur, bazen de bir biyografik çalışmayau2026 Hikaye veya hatıra da çıkabilir bu zihin faaliyetinden, roman da. Yani doğum gerçekleştikten sonra, eser kendince bir yol bulup akar, gider.
Kendi adıma söyleyeyim, konuları önce zihin dünyamda enine boyuna yoğururum. Yani kolay ortaya çıkmıyor mevzular. Ama zamanla pekişiyor, netleşiyor, güçleniyor ve yazıya dönüşüyor. Bu aşamada bir kesafet, bir yoğunluk hissediliyor. Kelimeler arasında mekik diplomasisi başlıyor adeta. Kelime seçimleri, cümle değişimleri gırla gidip gelir. Bazen kelimeleri beğenmez metinden söküp atarsınız. O iğreti sözcüklerin yerine iyi, soylu ve ahenkli kelimeler ararsınız bu sefer. Yazıda en önemli unsur, kelimedir. Büyük mabetler, koca binalar taşlardan örüldüğü gibi, iyi metinler de kelimelerle inşa edilir. Kelimeniz varsa, cümleniz de olur, paragrafınız da. Gerisi mesele değil. Yeter ki kelimeniz sahici olsun. Bunun için lugatları paralamak lazım, sözlükleri elden düşürmemek gerek. Bence yazı çalışmaları yapanlar, masalarının ucunda mutlaka iyi bir sözlük bulundurmalı. İhtiyaç anında bu söz hazinelerine hemen el atabilmeli ve aradıkları kelimeyi anında bulabilmeliler. Kütüphanelerin ulaşılmayacak yüksek yerlerine konulan sözlüklerden asla istifade edilmez. Onlar haşmetli görüntüleriyle ancak göz ve raf doldurur, başka işe de yaramaz. Halbuki daha kolay yere, mesela masa üstüne veya masaya yakın, ulaşılabilir bir rafa konuldu mu, o zaman seyreyleyin siz şöleniu2026 Her kelime ayrı bir dost, farklı bir arkadaş, vazgeçilmeyecek bir yoldaş olur sizin için. Alır, yazınızda kullanırsınız. Hiç kimse dönüp size hesap soramaz, 'O kelimeyi niçin sözlükten çıkarıp yazında kullandın?' diyemez. Çünkü kelimeler zaten bunun için var. Kelime, bir kuş misali bulunduğu sözlükten çıkıp sefere çıkacak, uçup nasibindeki yazıya konuverecek.
Peki yazmak için hangi zamanı kollamak gerek? Belli bir zamanı da yok aslında yazı macerasının. Gündüz tenhalık varsa, yoğunluktan uzak isem rahatlıkla yazabiliyorum. Yani yazmak için ille de gece sessizliğini aramam. Bu belki de benim gazeteciliğimden kaynaklanıyor. Malum gazeteciler, en kalabalık ortamlarda bile yazmaya alışkındır. Çarşıda pazarda, mahallede kahvede, otobüste vapurda, gemide sandalda haber yazar, röportaj yaparlar. Benim o meslekten kaptığım bir özellik, belki de rahat ve kolay yazabilme melekesi. Bir konu olgunlaşmışsa, oturur çatır çatır yazarım. Bu mekan ev de olabilir, işyeri deu2026 Bir salaş kahve de olabilir, vapur bölmesi deu2026 Öyle saltanatlı mekanlara ihtiyacım kesinlikle yok. Çünkü mekan istediği kadar şa'şaalı olsun, maharet kalemin ucunda, klavyenin içindedir.
Aslında bence yazmak için yer ve zaman aramak beyhude? Hatta bahane. Kanaatimce bir kalem erbabı söyleyecek sözü varsa söyler, yazacak satırı veya mısraı varsa yazar, bir davası iddiası, kederi derdi varsa bunu hemen kağıda döker. Bu eylemin nazı niyazı, bu davanın sazı cazı olmaz. Elverir ki, "vakt-i merhun" girmiş, yeter ki, tayin edilmiş vakit gelmiş olsun. Hem zaten en güzel eserler, eşref saatlerde kaleme alınmış müstesna metinlerden oluşmuyor mu?
"Nasıl yazıyorsun?" diye soranlara bu yazıya cevap vermeye çalıştım. Onlarca, hatta yüzlerce mevzu arasında ne yazacağımı düşünürken, yazmanın keyfiyeti ve hali üzerinde bir şeyler karaladım. Böylece bugünkü yazımı da kurtarmış oldum. Sözüme inanıyorsunuz değil mi? Yazı yazmak aslında zor değil. Yeter ki niyet, azim, gayret ve kararlılık olsun. Balıkçılar, rızıkları için denize açıldıkları zaman "Vira Bismillah" der. Kalem erbabı da her hayırlı işte olduğu gibi yazıya otururken "Haydi Bismillah" demeli. Ondan sonrası kolay.