''Evleneceklere yardım''
Ne güzel demiş Şâir:
“Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!”
Bizim
meslekte epeyce tecrübe kazanmış, biraz da isim yapmış olanlar, genellikle “meşgul adam, ulaşılması güç madam” numaraları
çekerler.
Kendilerini
okuyarak, takip ederek bir yerlere getirenlerden kopar ve gözlerini dünyevi
menfaat sağlayabilecek olanlara dikerler.
“Salon gazeteciliği”
mi deniyor, ne deniyor…
Ense-
göbek, ray-ban gözlük!
Öyle
bir şey işte!
Biz
ise…
İşte
böyle!
*
“Yanlış” mı yapıyorum, ne yapıyorum
bilmem; derdini dökmek isteyen “sokaktaki vatandaş”ın “kolay ulaşabildiği” mutsuz azınlık arasında yer alıyorum.
Bir
de benim dertler var, elvan elvan…
Şükrediyor,
şükrediyorum…
Ama
her anı bir mi olur insanın…
Bazen
de…
Şiştikçe
şişiyorum.
Nasıl
şişmezsin birader, derdi olan anlatıyor…
Sen
de dinlemekten, buralarda yazmaktan, yayınlarda dile getirmekten “ortak sıkıntıları” duyurmaya
çalışmaktan başka bir şey yapamıyorsun.
Böyle
olunca da…
Şişiyor,
ara sıra da patlıyorsun!
Oysa,
dünya dediğin iki kulplu kazan, tut bir ucundan sen de kazan!
Bal
tut, parmağını yala!.
Günü
geldiğinde de…
“Hoppadannnak”
öbür tarafa!..
O,
yeah!..
*
“Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!”
*
Dam
üstüne çul serer,
Leyli
de yâr, loylu da yâr!..
*
Dünyaya böyle takılmak var da…
Olmuyor
işte, fıtrat meselesi!
Biz,
böyle her şeyi takıyoruz kafaya…
Milyonlar
geçim sıkıntısı çekerken, birilerinin “löküs
iftarlara” para saçmasına, “bayram tatili”
turlarını kapatmasına da takıyor bizim takıntılı kafa!..
Bir
de “Boğaza karşı viskisini
yudumlayanlar!” var, her dönemin seçkinleri...
İşte
böyle…
Böyle
şişersin, kafaya takarsan her şeyi…
Hele
bir de…
Zor
duyulur sesle “derdini” döken “alt düzey” işçi emeklisi arayıp dert
yanınca…
Hele
hele…
“Abi bu pahalılıkta nasıl yuva
kuracağız?” diyen delikanlı ya da “Çocuk evereceğiz, kara kara düşünüyoruz!” diyenanne-baba şişirince, nereye
başvuracağımızı bilemiyoruz.
Enginlere
sığmayıp taşıyoruz..
Ve
dönüp dönüp aynı yere geliyoruz:
“Ey çocuklarını evlendirecek olanlar…
Bilhassa da kız anne ve babaları:
El-âlem ne der, kafasını lütfen
bırakınız…
Gençleri yokuşlarda susatmayınız!..
Faiz lobisine çalışmayınız!..”
*
Böyle
dedim ya…
Okkalı
tarafından bir “Haydaaaa!” çektikten
sonra…
“Evlilikle faiz lobisinin ne alâkası
var?!” diye tepki verenler, hatta fırça çekenler olacaktır!
“Ne alâkası var?”
Var
efendim var.
Gençler
“hayat pahalılığından” dolayı
evlenemeyince…
“Kaymak tabakaya” mensup olmayan anne ve
babalar ne yapacaklar?
Ya
bir yakınlardan borç isteyecekler ya da Allah korusun, bankanın yolunu tutup,
faizli kredi çekmeyi düşünecekler!..
Bir
yuva faizle kurulursa, işin sonu nereye varır?
İlk
düğme yanlış iliklenirse, iki yaka nasıl bir araya gelir?
Şu
“ihtiyaç kredisi” meselesi…
“Düğün kredisi, evlilik kredisi,
nişan kredisi.”
TESK’in
yani Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu’nun Genel Başkanı Bendevî Palandöken’in çağrısını
duymuşsunuzdur…
Kendileri,
biraz “evlenemeyen” gençleri, biraz da “piyasayı”
düşündüklerinden, bir teklifte bulunuyorlar:
“Bankalarımız evlenecek gençlere
düşük faizli kredi versin!”
*
Sayın
Palandöken, geçen yıl da buna benzer bir çağrıda bulunmuştu.
“Buna benzer”
dediysem..
Aslında
büyük bir fark var.
Bu
yıl, bankaları düşük faizli kredi
vermeye davet eden Sayın Palandöken, geçen yıl şöyle demişti:
“Yeni
evlenecek çiftlere sıfır faizli ve
uzun vadeli kredi verilsin!”
Sayın
Palandöken, çağrısına “faiz” eklemiş
oldu bu sene yani.
Evlenmekte
güçlük çeken gençler bu sayede evlenecek ve piyasa da bu sayede şenlenecek!
Sayın
Palandöken, “yüksek” faizlerin
düşürülmesini istiyor.
Vatandaş
yararına bir talep de…
Faiz
girince işin içine…
“Haram”
ile adım atılınca “dünya evi”ne!..
*
E,
kardeşim ne yapalım yani…
Faiz
olsun, piyasa dönsün, şenlik olsun.
Globalleşen
ve de küreselleşen dünyanın gerçekleri bunlar!
Hayat
mı dursun, işsizlik mi olsun?
Malûm;
evlilik sezonlarında kuyumcusundan tuhafiyecisine, konfeksiyoncusundan düğün
salonu işletmecisine…
“Çalgıcı”sından
“zarfçı”sına kadar nice esnaf
istifade ediyor.
Sayın
Palandöken de, “düşük faizli ve uzun
vadeli kredi” talebini ifade ettiği açıklamasında, esnaf gruplarının bir kısmından “isim isim”
bahsediyor:
Beyaz eşyacı, kuyumcu, matbaacı, düğün salonu
işletmecisi, kuaför, pastacı, emlâkçı…
*
Devamını
getirelim:
Simitçi,
kahveci gazozcu…
Şinanay
da yavrum şinanay!..
Bir
de tehir edilmiş evlenmelerin de eklenmesinden dolayı fiyatlar iyice şişerse…
Dar
gelirli için…
Vay
anam, vay!
*
E,
şimdilerde, “pandemi” (ya da bize
göre plândemi), “epidemi”ye
dönüştürüldü ya…
“Kapanmalar
da” bitti şükür.
Bitti
de...
Birikmiş
evlenmeler haliyle bu döneme yığılacaktır.
Gönül
ister ki, bu yığılma yeni fırsatçılıkların kapısını açmasın.
Talep
fazlalığı fiyatları patlatmasın!..
Amma
velâkin, bu beklenti “modern ekonomi”nin
işleyişine uygun değil!..
Her
bir kalemin bedeli iyice artacaktır!..
Arada
fırsatçılar da çıkacaktır..
Bankalara
gidenlerin “mahkûmiyet vadeleri”
ise…
Uzadıkça uzayacaktır!..
*
Bu
durumda da…
Davulcu,
başımın tacı,
Hangi
kapıyı çalsam,
Karşımda
buruk acı!
*
Yok,
iş böyle olmayacak…
Vatandaş
kendi çaresini kendisi bulacak!..
Peki,
bu nasıl olacak?
“Kanaat”i
kuşanarak!
Bir
lokantaya gitmiştim, ismi
“Kanaat” Lokantası.
Adam,
bu ismi koyduğuna pişman olduğunu söylüyordu.
Yemek
fiyatlarına elli kuruş zam yapsa,
“Hem kanaat diyorsun, hem de kanaat
etmiyorsun!” diye fırça atıyormuş müşterileri!..
Onu
bunu bilmem;
Lokantanın
ismini ne kanaat koyacaksın, ne de bol
kepçe!
Nereden
geldik buralara?
Ha…
Şuradan:
Böyle
bir ortamda vatandaşa “kanaat etme”
tavsiyesinde bulunmanın ne kadar “tehlikeli”
bir iş olduğunu bilsem de…
Başka
bir çare göremiyorum.
Onun
için de…
“Ey kıymetli aileler…”
diyorum:
“Nefret ettirmeyelim, sevdirelim…
Zorlaştırmayalım, kolaylaştıralım!
Boş verelim;
El-âlem ne der, nasıl bakar konu komşu!..
Zira…
Giderek dikleşiyor…
Hayat yokuşu!..”