Yazboz politikası olmasın
Türkiye Modeli’nin temel dayanağını ihracat odaklı büyüme olarak
açıklayan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin ve bu
hedeflemeye yakınsayan politikalar iledestek
veren Merkez Bankası’nın duruşuyla kur krizinden bu
yana altı aylık bir süreci bitirdik.
İlk çıktılara göre enflasyon artışının
devam ettiği görülürken ithalat odaklı büyümeye alternatif
olacak bazı sektörlerde hızlanan bir yerlileşme olduğunu tablolara
yansıdı.
İhracat odaklı büyüme uzun soluklu bir iş...
Bunu sağlayacak teknik alt
yapıyı kurmak vakit ister.
Gelin birlikte bilanço
cetvelini çizerek duruma bir bakalım.
Makroekonomik gelişmelere istinaden kırılma yaşanan tedarik zinciri ile Avrupa ve ABD’de
bazı mallara ulaşım sıkıntısının yaşandığı iki yıllık bir süreci hep birlikte
gözlemledik.
Alım gücü yüksek Batılı ülkelerin,
bazı malları tedarik edemediği bir durum ortaya çıktı.
Bu da tedarik zincirinin öneminin
farkına varılması sonucunu beraberinde getirdi.
Çin, üretim araçlarındaki aksamalar dışında ulaşıma bağlı olarak ortaya
çıkan bu sorunu çözebilmek için Süveyş Kanalı üzerinden
34 gün olan gemi ile mal tedarik süresini, küresel ısınmanın getirdiği
konforla Kuzey Buz Denizi’ne taşıyarak (acınacak halimize
seviniyoruz) 11 gün azaltıp 23 güne indirmeyi hedefliyor.
Şu an yoğun olarak kullanılmasa da yakında
iyiden iyiye bir ticaret güzergahı olması beklenen Kuzey
Buz Denizine alternatif "en hızlı ve ucuz" yol
ise Kuşak Yol Girişimi ile Orta Koridor’da kurulan
tren ağlarının getirdiği demiryolu nakliyeciliğidir.
Tam tamına 18 günde İngiltere’ye
varan ulaşım koridoru alternatif tedarik güzergahı olmaya devam ediyor.
Süveyş Kanalı çıkışı sonrasındaki Avrupa kapısı sayılan Pire
limanının Yunanistan tarafından Çin’e
satılması Çin'in Avrupa'ya ulaşan tüm koridorları tutmaya çalıştığının
göstergesi...
Bunu yapmasının sebebi ise çok basit:
Kendisine alternatif olabilecek bir üretim
gücünün ortaya çıkması durumunda nakliye tekeli ile kurulan
yeni ekonomik düzenden pay almaya devam etmek ve ticaret üzerinden kurgulamaya
çalıştığını politik gücünü pekiştirmek...
Ucuz üretimi nitelikli bir iç ekonomiye
dönüştürme amacına odaklanan Çin’in dünyanın alternatif ucuz işgücü olabilecek
ülkelere komşu olması bölgesindeki ülkelerle rekabetçi
politikalara girmek yerine daha ucuza üretmek isteyen ülkelere "koridor
sunması politikasına" evrildi.
Asya Pasifik Ticaret Anlaşması (RCEP) ile birlikte harici olarak Çin'in ekonomik taşımacılık koridorlarındaki
ofansif pozisyon alma yaklaşımı bunu gösteriyor.
Türkiye’nin yalnızca üç günde kıta Avrupa'sında
her yere ulaşabilmesinin getirdiği jeopolitik avantajı heba
etmek istemeyen zihinlerin "Çin'in büyük planlarına" alternatif
olma yaklaşımı "cesur ama zor" bir hedef...
Üretim için sorunsuz bir proses ortaya
koyan Çin’e olan talepte bir azalma yok.
Tedarik zinciri sorununu aşmak isteyen
Avrupalıların alternatif üretimlere kapı aralama isteğini sağır sultan bile
duydu.
Yakın zamanda Gümrük Birliği'nde
yeni bir reformun gündeme gelmesi bekleniyor.
Avrupa Birliği içinde kurulan ekonominin yine içerideki paydaşlara kanalize edilmesi
önceliğinden pay almak isteyen Türkiye’nin rekabetçi kur uygulamasına
yönelmesi pazardan pay alma istediğinin bir sonucuydu.
Ama geldiğimiz nokta itibarıyla teknik
dönüşümü sağlayacak yeterli vaktin olmaması Türkiye’nin kısa zamanda cari
fazla verme umutlarını suya düşürdü.
Çünkü cari fazla vermek için önce üretim
araçlarını geliştirmek ve potansiyel üretim gücünü maksimuma
yaklaştırmak gerekiyor.
Teknik ve bilim alanlarında birçok yeni çalışmanın devam ettiği ülkemizde girişimcilik
ekosistemindeki sorunların çözülememiş olması makine teçhizat
ekonomisinde büyük ölçekte hâlâ dışarıya bağımlı kalınmasına neden
oluyor.
Geçtiğimiz altı ayda, önceki seneye göre
daha fazla cari açık verilmesinin altında yatan enerji dışındaki
en büyük sebep; üretimi artıracak makineleşme ithalatına ağırlık
verilmesiydi.
Öngörülemeyen durumlara istinaden geliştirilen hızlı politikalar, devletin "imrenilecek
karar mekanizmasını" gösterse de alınan kararlar sonrasında
belirecek çıktılardaki negatifliklerin hesaba
katılmaması can sıkıcı bir hal alıyor.
İşgücü artışına rağmen, insanların
geçinemeyecekleri maaşlara çalışmak yerine, sosyal yardımlara güvenerek
evinde oturmayı tercih ettiği bir düzen ile birlikte; nitelikli
işgücünün kaybolan alım gücüne alternatif arayışı sonucu ülkeyi
terk etmeye başlaması bambaşka sosyolojik sorunlara sebebiyet verebilir.
Sahadaki insanlarla temaslarım bana
gösteriyor ki; sosyal sorunları aşacak reel çözümlere
yönelik taleplerde ortaya çıkan "ortaklaşma" durumu,
yakın zamanda gayrı siyasi yönetim taleplerini artıracak bir tablo dönüşebilir.
Ülkedeki makro dengeleri toparlarken sosyal dokudaki mikro yaklaşımların iyi analiz edilememesi Türkiye için yeni bir yaz boz politikasının daha sonunu getirebilir.