Yazarlık mesleği
Şairlik değil
ama yazarlık bir meslektir. O da diğer meslekler gibi belli ihtiyaçlardan
doğmuş, zamanın içinde evrile evrile bugünlere ulaşmıştır. Onun da kendine özgü
bir doğası; acemilik, ustalık, kendini tekrar ve hantallık süreçleri vardır.
Onun da zorlukları, kolaylıkları, püf noktaları bulunmaktadır. O da dışarıdan
bakılınca son derece kolay, içine girilince dünyanın meşakkatini barındıran sayısız
engelle doludur. Hiçbir yazar varlığını tesadüfe borçlu değildir. İnsanlar
vardığı yerden baktıkları için durduğu yeri hep oraymış gibi düşünürler. Oysa
yazar oraya gelmek için canını dişine takmış, nice bedel ödemiş, feragatte
bulunmuş ve vardığı yeri alnının teriyle kazanmıştır. Dolayısıyla hiçbir yazar,
Tanrı’nın kendisine verdiğiyle yetinerek yazarlık serüvenini tamamlamış,
üstelik o yetinmeyle zirveye ulaşmış değildir. Diğer mesleklerin vazgeçilmezi
olan “işini iyi yapma” prensibi burada da geçerlidir. Zaten edebiyat tarihine
bakıldığında zaman seline direnip olduğu yerde dimdik durmanın üstesinden gelen
yazarlar tam da bu “işini iyi, hatta en iyi yapma” becerisi gösterenler, onu en
az hayatları kadar ciddiye alanlar, hatta onun uğruna hayatlarını heba etme
kertesinde bedel ödemekten geri durmayanlardır. Zaten tarih boyunca yazara
verilen kutsiyet tam da hayatını eseri için feda etmeye hazır oluştan
kaynaklanmaktadır.
Her meslek,
belli düzeyde bir yatkınlığı gerektirir. Bu, daha başlangıçta, karar verme
aşamasında yüreğin onayını alan bir heves olarak kendini belli eder, ilerleyen
süreçte heves edilen ile fıtrat arasındaki dengeye bakılır, talih de yardım
ederse insan sevdiği mesleği hayatının zevkine dönüştürür. Tersine, heves
edilmeyen bir işe maruz kalmak, hayatı boyunca sevmediği işi yapmak, hem insanı
tüketir hem de bu tükeniş, gerisinde kalıcı bir miras bırakmayı engeller. Hangi
insan, sevmediği işi yaparken harikalar yaratabilir ki? Yazarlık dahil, bütün
güzel şeyler varlıklarını hevesle yapılmaya borçludurlar. İyi işler, dışarının
dayatmasıyla değil içerinin yönlendirmesiyle yapılanlardır. İçine sevginin
karışmadığı hiçbir güzel eyleyiş yoktur. İşte yazarlık, tam da bu yüzden diğer
mesleklerden biraz farklı olarak içerideki sesi dışarıya taşımayı, dışarının
sesiyle uyumlu kılmayı ve oradan bir müzik elde etmeyi gerektirir. İçinizde
yazma hevesi yoksa dışarıdan gelen hiçbir ses müziğe dönüşmez. Kalbiniz yazmaya
çağırmıyorsa zorunluluklar size tek bir cümle kurduramaz. Zorlama estetiğin
düşmanıdır. Zorlanan her şey mutlaka kırılır. Bu sebeptendir ki tarihin
kendilerini yazarlığa zorladığı bazı kişiler yine tarihin kendisi tarafından
inkar edilmiş, unutulmuş, yazdıkları yaşadıklarıyla sınırlı kalmış, daha da
kötüsü kendileri ölmeden yazarlıklarının cenazesi kaldırılmıştır. Tarih, tarihe
geçen yazarlar kadar yazarlığının ölümüne şehadet eden yazarları da kaydeder.
Yüce Yaratıcı,
mutlak adalet sahibi olduğu için bütün insanlara mutlaka kendilerini idare
edebilecekleri bir vasıf vermiştir. Önemli olan bu vasfı hayatının
başlangıcında keşfetmek ve onu mesleğine dönüştürmektir. Fıtratının mesleğini
bulsa harikalar yaratacak pek çok kişi belki de kendini tanımadığı için
gayretlerini heba ederek bu dünyadan göçüp gitmiştir. Doğrusu hayat o kadar
karmaşık bir süreç, kader o kadar bilinmezliklerle dolu ki fıtratı ile
mesleğini aynı yerde buluşturan, hem de tam olması gerektiği zaman diliminde
bunu gerçekleştiren çok az kişi vardır. Mükemmelliğin nadirattan oluşunun en
önemli sebeplerinden biri bu olsa gerek. Üstelik ahçı olarak doğmuş birinin
doğramacılık yapmak zorunda kalışından, sporcu olarak doğmuş birinin masa başı
işine mahkum oluşundan, zihni düşünceye ayarlı birinin kalıpçılık yapmasından
çok daha berbat sonuçlar doğurur içinde yazarlık özü bulunmayan birinin
yazarlığa soyunmuş olması. Bu, hem bir ömrün heba olmasına hem de dünyanın
gereksiz cümlelerle meşgul edilmesine, başının ağrıtılmasına, hatta belki
boğulmasına sebebiyet verir. Kötü bir yemek yapmanın verdiği eziyet o yemeğe muhatap
olanlar ile sınırlıdır. Kötü bir yazı yazmak ise çok daha geniş bir kitlenin
eziyet çekmesine sebebiyet verir. Ruhsal ve zihinsel zehirlenmenin yanında
fizyolojik zehirlenme nedir ki?
En azından
başlangıç aşamasında bütün yazarlar daha iyi bir dünya kurma hayaliyle yaşar.
Hayatın kabalığına incelik eklemek, fazlalıklarını budamak, eksik bıraktığı
yeri tamamlamak üzere yola çıkarlar, ancak bazıları ya kuvvetleri yetmediği ya
o işe elverişli olmadığı, dolayısıyla içgüdüsü kendisini farklı yönlendirdiği
veya hayat onlardan yazmaya özgü duruluğu esirgediği için başladıkları işin
sonunu getiremez, yolculuğunu yarıda bırakmak zorunda kalır. Gelgelelim burada
bile pratik bir faydadan bahsedilebilir: Her yazma eyleyişi, dünyanın dışına
doğru yapılan her yolculuk yazılmakta olanın yazmakta olanı biçimlendirmesine
yarar ki bu da en kötü yazarın bile kendini mutlu hissedebileceği bir sürecin
sahibi olduğu anlamına gelir.
Kötü ahçı yeme
keyfinin düşmanıdır, beceriksiz mimar insanların ölümüne neden olur, kifayetsiz
cerrah sakat bırakır, liyakatsiz siyasetçi kaosa sebebiyet verir. Ehliyetsiz
yazar ise toplumları estetik körlüğe mahkum eder, onların duyarlılıklarında
derin izler bırakır. Topluluklar estetik ve duyarlılık sürgünleriyle topluma
dönüştüğüne göre yazarlık mesleğinin varlığını sürdürmesi cemiyetin ayakta
kalışının da sigortasıdır. Hepsinden daha geniş ve daha uzun süreli etki bırakmasına
rağmen yazarlık mesleğinin bir diplomasının olmaması ne kadar da manidar. Öyle
görünüyor ki o diplomayı bir uzmanlar topluluğu değil okuyucunun iç
dünyasındaki yankı takdir ediyor ve onu almak öncekilerden çok daha zor.