Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Yazarlık mesleği

Şairlik değil ama yazarlık bir meslektir. O da diğer meslekler gibi belli ihtiyaçlardan doğmuş, zamanın içinde evrile evrile bugünlere ulaşmıştır. Onun da kendine özgü bir doğası; acemilik, ustalık, kendini tekrar ve hantallık süreçleri vardır. Onun da zorlukları, kolaylıkları, püf noktaları bulunmaktadır. O da dışarıdan bakılınca son derece kolay, içine girilince dünyanın meşakkatini barındıran sayısız engelle doludur. Hiçbir yazar varlığını tesadüfe borçlu değildir. İnsanlar vardığı yerden baktıkları için durduğu yeri hep oraymış gibi düşünürler. Oysa yazar oraya gelmek için canını dişine takmış, nice bedel ödemiş, feragatte bulunmuş ve vardığı yeri alnının teriyle kazanmıştır. Dolayısıyla hiçbir yazar, Tanrı’nın kendisine verdiğiyle yetinerek yazarlık serüvenini tamamlamış, üstelik o yetinmeyle zirveye ulaşmış değildir. Diğer mesleklerin vazgeçilmezi olan “işini iyi yapma” prensibi burada da geçerlidir. Zaten edebiyat tarihine bakıldığında zaman seline direnip olduğu yerde dimdik durmanın üstesinden gelen yazarlar tam da bu “işini iyi, hatta en iyi yapma” becerisi gösterenler, onu en az hayatları kadar ciddiye alanlar, hatta onun uğruna hayatlarını heba etme kertesinde bedel ödemekten geri durmayanlardır. Zaten tarih boyunca yazara verilen kutsiyet tam da hayatını eseri için feda etmeye hazır oluştan kaynaklanmaktadır.

Her meslek, belli düzeyde bir yatkınlığı gerektirir. Bu, daha başlangıçta, karar verme aşamasında yüreğin onayını alan bir heves olarak kendini belli eder, ilerleyen süreçte heves edilen ile fıtrat arasındaki dengeye bakılır, talih de yardım ederse insan sevdiği mesleği hayatının zevkine dönüştürür. Tersine, heves edilmeyen bir işe maruz kalmak, hayatı boyunca sevmediği işi yapmak, hem insanı tüketir hem de bu tükeniş, gerisinde kalıcı bir miras bırakmayı engeller. Hangi insan, sevmediği işi yaparken harikalar yaratabilir ki? Yazarlık dahil, bütün güzel şeyler varlıklarını hevesle yapılmaya borçludurlar. İyi işler, dışarının dayatmasıyla değil içerinin yönlendirmesiyle yapılanlardır. İçine sevginin karışmadığı hiçbir güzel eyleyiş yoktur. İşte yazarlık, tam da bu yüzden diğer mesleklerden biraz farklı olarak içerideki sesi dışarıya taşımayı, dışarının sesiyle uyumlu kılmayı ve oradan bir müzik elde etmeyi gerektirir. İçinizde yazma hevesi yoksa dışarıdan gelen hiçbir ses müziğe dönüşmez. Kalbiniz yazmaya çağırmıyorsa zorunluluklar size tek bir cümle kurduramaz. Zorlama estetiğin düşmanıdır. Zorlanan her şey mutlaka kırılır. Bu sebeptendir ki tarihin kendilerini yazarlığa zorladığı bazı kişiler yine tarihin kendisi tarafından inkar edilmiş, unutulmuş, yazdıkları yaşadıklarıyla sınırlı kalmış, daha da kötüsü kendileri ölmeden yazarlıklarının cenazesi kaldırılmıştır. Tarih, tarihe geçen yazarlar kadar yazarlığının ölümüne şehadet eden yazarları da kaydeder.

Yüce Yaratıcı, mutlak adalet sahibi olduğu için bütün insanlara mutlaka kendilerini idare edebilecekleri bir vasıf vermiştir. Önemli olan bu vasfı hayatının başlangıcında keşfetmek ve onu mesleğine dönüştürmektir. Fıtratının mesleğini bulsa harikalar yaratacak pek çok kişi belki de kendini tanımadığı için gayretlerini heba ederek bu dünyadan göçüp gitmiştir. Doğrusu hayat o kadar karmaşık bir süreç, kader o kadar bilinmezliklerle dolu ki fıtratı ile mesleğini aynı yerde buluşturan, hem de tam olması gerektiği zaman diliminde bunu gerçekleştiren çok az kişi vardır. Mükemmelliğin nadirattan oluşunun en önemli sebeplerinden biri bu olsa gerek. Üstelik ahçı olarak doğmuş birinin doğramacılık yapmak zorunda kalışından, sporcu olarak doğmuş birinin masa başı işine mahkum oluşundan, zihni düşünceye ayarlı birinin kalıpçılık yapmasından çok daha berbat sonuçlar doğurur içinde yazarlık özü bulunmayan birinin yazarlığa soyunmuş olması. Bu, hem bir ömrün heba olmasına hem de dünyanın gereksiz cümlelerle meşgul edilmesine, başının ağrıtılmasına, hatta belki boğulmasına sebebiyet verir. Kötü bir yemek yapmanın verdiği eziyet o yemeğe muhatap olanlar ile sınırlıdır. Kötü bir yazı yazmak ise çok daha geniş bir kitlenin eziyet çekmesine sebebiyet verir. Ruhsal ve zihinsel zehirlenmenin yanında fizyolojik zehirlenme nedir ki?

En azından başlangıç aşamasında bütün yazarlar daha iyi bir dünya kurma hayaliyle yaşar. Hayatın kabalığına incelik eklemek, fazlalıklarını budamak, eksik bıraktığı yeri tamamlamak üzere yola çıkarlar, ancak bazıları ya kuvvetleri yetmediği ya o işe elverişli olmadığı, dolayısıyla içgüdüsü kendisini farklı yönlendirdiği veya hayat onlardan yazmaya özgü duruluğu esirgediği için başladıkları işin sonunu getiremez, yolculuğunu yarıda bırakmak zorunda kalır. Gelgelelim burada bile pratik bir faydadan bahsedilebilir: Her yazma eyleyişi, dünyanın dışına doğru yapılan her yolculuk yazılmakta olanın yazmakta olanı biçimlendirmesine yarar ki bu da en kötü yazarın bile kendini mutlu hissedebileceği bir sürecin sahibi olduğu anlamına gelir.

Kötü ahçı yeme keyfinin düşmanıdır, beceriksiz mimar insanların ölümüne neden olur, kifayetsiz cerrah sakat bırakır, liyakatsiz siyasetçi kaosa sebebiyet verir. Ehliyetsiz yazar ise toplumları estetik körlüğe mahkum eder, onların duyarlılıklarında derin izler bırakır. Topluluklar estetik ve duyarlılık sürgünleriyle topluma dönüştüğüne göre yazarlık mesleğinin varlığını sürdürmesi cemiyetin ayakta kalışının da sigortasıdır. Hepsinden daha geniş ve daha uzun süreli etki bırakmasına rağmen yazarlık mesleğinin bir diplomasının olmaması ne kadar da manidar. Öyle görünüyor ki o diplomayı bir uzmanlar topluluğu değil okuyucunun iç dünyasındaki yankı takdir ediyor ve onu almak öncekilerden çok daha zor.