Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yazar ile Okuyucu Arasındaki Köprü: İmza Günleri

Yazarlar ile okuyucular arasında bir gönül köprüsü ve yürek bağı vardır: İmza Günleri... Ne oluyor imza günlerinde peki? Okuyucu, eserlerini severek okuduğu, yıllardır yakından takip ettiği yazarla buluşur, eskilerin tabiriyle rûberû, yani yüzyüze görüşür. Kari, sevdiği kalem erbabıyla yakından tanışır. Bu tanışma faslında sadece okur, kendisini tanıtır. Yazar zaten tanınıyor, biliniyordur. En azından oturduğu sandalyenin önündeki masada adı yazılıdır. Tabii bu tanışma ve sohbet, etrafta sükunet varsa, izdiham yoksa sağlanabilir. Aksi takdirde okuyucu sadece yazara selam verir, karşılığını sade bir tebessümle alır. Kitabı imzalanır ve minik şölen biter. Sıra, arkadaki kitapseverde...

ÖZDENÖREN’İN İMZA GÜNLERİNE BAKIŞI

Yıllar önce kıymetli yazarımız Rasim Özdenören’le bu meseleyi konuşmuştuk. Beyazıt’taki meşhur Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’ndaki Tohum Kitabevi’nde imza programı vardı. Ben de bir gazeteci olarak hikâyecimizi ziyaret etmiş ve kendisiyle kısa bir mülakat yapmıştım. O zaman imza günleri yeni yeni yayılıyordu. 15 Nisan 1985 tarihinde Doğuş gazetesinde yayımlanan bu röportajda yazarımıza, “Sayın Özdenören, son zamanlarda imza günlerine karşı bir ilgi gelişiyor, siz nasıl buluyorsunuz bu günlerini?” sorusunu yöneltmiştim. Rasim Özdenören şu cevabı vermişti: “Bence imza günleri faydalı. Okuyucu ile yazar arasında tanışma ve kaynaşma sağlanıyor. Okuyucu değişik sorular soruyor. Karşılıklı sohbet ediyoruz. Biz de okuyucular da bir şeyler öğreniyoruz.”

İMZA TÖRENİNİN FAYDALARI

Bazı imza günleri kitabevlerinde yapılır. Son zamanlarda ise kitap fuarlarında yaygınlaştı. Yayıncılar, katıldıkları fuarlara yazarlarını da davet ediyorlar. Böylece hem fuara ilgi artıyor hem de yazar-okuyucu buluşması sağlanıyor. Bunu son derece faydalı ve hayırlı bir gayret olarak görüyorum. Zira okuyucular yazarları her zaman bulamaz, bulsa bile yanında kitap yoksa imzalatamaz. Fuarlar bu iş için, yani kitap imzası için biçilmiş kaftandır. Bu faaliyetten hem okur, hem yazar, hem de yayıncı memnun kalmaktadır. Yazar bir okuyucu ile daha tanışmış ve dostluk kurmuştur. Okuyucunun diğer kitapları hakkındaki intibalarını öğrenir, varsa sorusuna cevap verir. Kalıcı bir dostluğun ilk adımı atılır. Okuyucu, yazarı bulmuşken sorularına cevap bulur, kafasındaki istifhaları dağıtılr ve aydınlanmış bir vaziyette imza programından ayrılır. Tabii bu ikili münasebete yayıncı da çok sevinir. Zira sadık ve daimi bir okuyucu daha kazanmıştır.

İLK İMZA GÜNLERİ

Hatırladığım ilk imza günleri Nişantaşı’nda yapılıyordu. 1970’li yılların sonuydu. Anarşinin kol gezdiği dönem... Teşvikiye Camii’nin tam karşısında Akademi Kitabevi vardı. Ve orada düzenli olarak imza günleri tertip ediliyordu. Fırsat buldukça giderdim. Daha ziyade sol görüşlü yazarlar davet edilirdi imza günlerine. Hatırladığım kadarıyla Çetin Altan, Aziz Nesin ve Yaşar Kemal gibi yazarlar... Benim yetişemediğim bir kitabevini Fazıl Hüsnü Dağlarca Aksaray’da açmış. Şairimiz, ‘Kitap’ adını taşıyan kitapevinde kendi kitaplarını imzalıyormuş. Gelen müşteriler hem aradıkları kitapları temin ediyor, hem de gelmişken şairin şiir kitaplarını alıp imzalatıyorlarmış. Ne güzel değil mi? Merhum şair ve yazar Abdurrahim Balcıoğlu, Fazıl Hüsnü ile bir hatırasını bana anlatmış ben de onu Edebiyatımızın Güleryüzü kitabıma almıştım. Bu hatırayı o kitaptan ödünç alalım:

“Şair ve yazarlar bazen elerinde bulunan kitaplarının bitmesi üzerine kitapçıları dolaşır dururlar. Hiç olmazsa kendi kitaplarından bir numune bulunsun isterler. Ola ki yeniden basılacaktır kitap, yayınevi yeni baskısını yapmak isteyecektir. Bu ediplerimizden biri de Abdurrahim Balcıoğlu’dur. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aksaray’da bir kitapçı dükkânını işletmektedir. Bir gün Abdurrahim Balcıoğlu dükkâna gelir ve kendi kitabı olan Kerpiç Saray’ı sorar. Allah’tan dükkânda vardır. Hemen satın alır. İki şair tanışmaktadır. Bunun üzerine Dağlarca, hayretini gizleyemez ve Balcıoğlu’na şöyle der: “Kendi kitabını satın alan biriyle ilk kez karşılaşıyorum.”

Yazarların imza programlarında yaşadıkları aslında iyi bir araştırma konusudur. Zira bilinmeyen bir çok gerçek, unutulmuş hakikatler bu ‘imza’ faslında ortaya çıkar. Bir yazarımız Üsküdar Fatih Mahkemesi’nde anlatmıştı. Vehbi Vakkasoğlu ile sohbet ediyormuş. Vakkasoğlu da o sıralarda fuardan fuara koşuyor ve okuyucularına kitaplarını imzalıyormuş. Dostunun “Vehbi Hoca, imza günleri nasıl gidiyor?” sorusuna yazarımızın verdiği cevap çok enteresandır: “Vallahi eskiden kitap fuarlarına imza günü için gittiğimde gençler gelirdi ve bize ‘Hocam, kimleri tavsiye edersiniz, hangi yazarları okuyalım?’ diye sorarlardı. Şimdi de geliyorlar ama o soruyu sormuyorlar, “Bir kitap yazdım, hangi yayınevinde neşretmemi tavsiye edersiniz?” diye soruyorlar.

YAZARDAN YAZARA İMZA

Tabii bu anlattıklarımız yazarların okuyucularına kitap imzalama faslıdır. Bir de yazarların birbirlerine imzalı kitap hediye etme meselesi vardır. Bu ilk sayfası süslenmiş kitaplar çok değerlidir, dostlukları işaret eder. Hatta sahaflar arasında en değerli olanları bunlardır. Yazarların okuyucuarına imzaladıkları kitaplar çok. Okuyucular bir şekilde bu kitapları elden çıkarmışlardır, sahaflarda dolaşır durur. Kıymetli de sayılırlar. Hatta bir gün benim Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları kitabımı yer sergisinde gördüm. İlk baskısıydı. Heyecanla çömeldim, kitabı aldım ve ilk sayfasına baktım. Bir de ne göreyim. İmzalı değil mi? Bir yakınıma imzalamışım, o da kitabı elden çıkarmış. Ne diyelim. Hemen bedelini ödedim ve alıp eve getirdim. Onu da ibret olsun diye saklıyorum. Demek ki bir yazar, herkese kitap imzalamamalı. Ne diyorduk, yazardan yazara imzalı kitap. İşte bunlar çok değerlidir. Ve sahaflar bunların kıymetini çok iyi bilir, meraklı müşterisini bekler, pahalıya satar. Düşününüz, meselâ Necip Fazıl’ın Peyami Safa’ya imzalı kitabı. Veya Faruk Nafiz’in Yahya Kemal’e hürmetle ithaf ettiği satırlar! Sadece ithaf yazılarından meydana gelen kitaplar da vardır. Biri, Kubbealtı’nda çalıştığım zaman neşredilmişti. İthaflar adını taşıyan kitapta “Sâmiha Ayverdi’den Dostlarına Dostlarından Sâmiha Ayverdi’ye” ithaf yazıları var. Bu ince eserde mütefekkir yazarımızın hem yakınlarına hem de devrin meşhurlarına ithaf ederek gönderdiği eserlerin yazıları toplanmıştı. Tabii dönemin şair ve yazarlarının da romancımıza saygılı ifadelerde ithaf ettikleri satırlar bir araya getirilmiş. Bu eser önemli ve kalem erbabının Ayverdi merkezli dostlukları ve yakınlıkları da bize gösteriyor.

SANDALLA KİTAP

Ahmet Mithat Efendi ile Şair Nigâr Hanım arasında bir ‘imza krizi’ yaşanır. Ancak bu daha sonra tatlıya bağlanır. Sâmiha Ayverdi’nin Boğaziçi’nde Tarih isimli eserinden okuyalım:

“Vak’a meşhurdur. Yeniköy’de oturan Şair Nigâr Hanım, Beykoz’da oturan Ahmed Midhat Efendi’ye bir gün sitemeder. Nasıl etmesin ki, hemen her muharrir arkadaşı kendisine kitaplarından hediye ettiği hâlde, Midhat Efendi bir kitap dahi ithaf edip vermemiştir... Ertesi gün Nigâr Hanım’ın yalısının önüne bir sandal yanaşır, içindeki çuval rıhtıma çıkarılır. Bu, Ahmed Midhat Efendi’nin külliyâtıdır. Eserlerinden birer adet imzâlayıp şair dostuna ithaf ve hediye eylemiştir.”

İMZA GÜNÜNDE HÜSRAN

İmza günleri hep mutlulukla mı sona erer? Hayır, bazen inkisar-ı hayale uğratabilir yazar ve yayıncıyı. Hayal kırıklığı onulmazdır. Zira imza programına ya kimse gelmemiştir veya çok az okur teşrif etmiştir. Bu da yazarı üzer, yayıncıyı kızdırır. Hatta bu yüzden imza programlarını boykot eden ve hiç bu davetlere katılmayan yazarlar bilirim. Bu hüzünlü meseleyi “Bir Yazarın İmza Günü Sedromu” başlıklı hikâyemde anlatmıştım. Sefertası’nda yer alan hikâye, birçok yazarın ilgisini çekmiş ve bana, “Yahu tam da beni anlatmış hislerime tercüman olmuşsun, zira ben de böyle kötü bir günü yaşadım.” demişlerdir.

SAHAFLARA DÜŞEN İMZALI KİTAPLAR

Bu arada unutmadan söyleyeyim. Sahaflara düşen her imzalı kitap yüzünden, eserin sahibini suçlamayalım. Yazar vefat etmiştir. Ailesi zor durumda kalıp kitapları sahaflara satmak zorunda kalmış olabilir. Veya yazarın kendisi de yaşarken maddi sıkıntı çekebilir ve o caanım kitaplarını istemeyerek de olsa elden çıkarabilir. Bir de kazaen sahaflara düşmüş kitaplar var. Benim böyle bir hicran yaram var, anlatmam lâzım. Ki kimse, su-i zanda bulunmasın. Efendim yıllar önceydi Aksaray’dan bir taksiye binmiş Fatih’te inmiştim. Önde oturmuş, kitap dolu torbamı da arka koltuğa bırakmıştım. O yağmurlu günde telâş içinde inerken çantamı almayı unuttum. Taksi gitti, gider. Plakasını almamışım. Kim alır ki? “Eyvah!” dedim. Çünkü o kitap dolu torbada merhum büyüğüm Ahmed Yüksel Özemre’nin bana imzaladığı kitapların bir kısmı da var. Kalakaldım, hatta bir saate yakın o yağmurda bekledim ki, belki taksici beni indirdiği yere döner ve hazinemi bana geri verir. Ne gezer! Gelmedi, Akdeniz Caddesindeki tanıdık esnafa haber bıraktım, “Bir taksici kitap dolu bir torba getirebilir.” diye. Taksiciler Odası’nı aradım. Velhasıl o çok değerli kitaplarım bir daha bana dönmedi. Ola ki dostlar, bir gün sahaflarda bu kitaplarıma tesadüf ederseniz hemen alıp beni haberdar edin. Onları misliyle satın almak isterim.

Aziz okuyucular! Gördüğünüz gibi bu hamur çok su götürür. Daha anlatacak çok şey var ama biliyorum şöyle düşünüyorsunuz: “Tamam anladık be kardeşim. İmzalar çok önemli. Bu yazı bitsin, ben de soluğu Sultanahmet’teki kitap fuarında alacağım, yazarlarımıza kitap imzalatacağım.” Eh bugün gelirseniz ben de sizi karşılarım elbet. Sadece ben değil, Gürbüz Azak Bey de olacak fuarda inşallah. Daha sonra Üstün İnanç, Hasan Basri Bilgin, Ahmet Maraşlı, Nurettin Taşkesen, Murat Başaran, Nehir Aydın Gökduman, Elif Sönmezışık, Sencer Olgun ve Zafer Bilgi de dostlarına, okuyucularına kitaplarını imzalayacaklar. Hatırlatmış olayım. Ramazanınız mübarek, kitaplığınız bereketli, imzalı kitaplarınız bol olsun. Sağlıcakla ve kitapla kalın.